Türk futbolunun Avrupa futbolunun ana masasına katılması, 90’lı yılların ortalarına denk geliyor. 80’ler, şerefli mağlubiyet yılları… 80’lerin sonu-90’ların başında bir milletin uyanış sancıları yaşanıyor. 90’ların ortasındaysa artık ana masadayız. Euro’96 eleme kurasına 5’inci torbadan girebilen Türkiye, İsveç-İsviçre-Macaristan-İzlanda’lı grupta ikinci olup direkt olarak turnuva bileti aldığında milletçe şaşkınız. Çünkü Türkiye’nin tarihinde hiçbir Avrupa Şampiyonası’na katılmışlık yok. Tek Dünya Kupası hatırası için de ta 1954’e dönmek gerekiyor.
1996’da Avrupa futbolu ana masasına katıldıktan sonra kalıcı oluyoruz aslında. 1996-2016 arasında 11 büyük turnuva düzenlendi, Fransa’daki şampiyona bizim katılmayı başardığımız beşinci büyük organizasyon… 6 Avrupa Şampiyonası+5 Dünya Kupası, yani 11 büyük organizasyonun 5’ine katılmak başarı mı, başarısızlık mı; kamuoyunda hep dillendirildiği gibi gerçekten de turnuva istikrarsızı mıyız, benim de çok ilgimi çeken ve çok kafa yorduğum bir soru bu…
Euro 2016, 24 takımlı düzenlenen ilk turnuva. Ama bundan önceki 10 turnuvaya bakarsak katılım bileti sayıları benzer: Dünya Kupalarına Avrupa’dan 13-14 takım gider genelde. Avrupa Şampiyonalarına da ev sahibi sayısı ikiyse 14, tekse 15 bilet vardır. Avrupa futbolunun zaten 7 devi var: İspanya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda ve Portekiz, hemen hemen her turnuvaya gidiyorlar. Euro 2016’ya Hollanda gidemedi diyeceksiniz ama bu çok ekstrem bir durum. Bu yedi ülke, son 11 turnuvanın ya 11’ine de ya da 10’una katıldılar muhakkak… Onlar yedi bileti otomatikman alınca geriye 7-8 bilet kalıyor. Ve bu 7-8 bilet için yarışan 15-20 ikinci halka ülke var: Belçika, Avusturya, İsviçre, Ukrayna, Macaristan, Bosna, Romanya, Hırvatistan, Polonya, Rusya, Çek Cumhuriyeti, İrlanda, İsveç, Danimarka, Yunanistan, İskoçya, Norveç ve Türkiye’nin de içinde olduğu bu grup, kalan 7 bilet için çarpışıyorlar sürekli. Hepsinin her turnuvaya gitme şansı yok doğal olarak. İyi nesil yakalayan gidiyor turnuvaya, iyi bir jenerasyon yakalayamayan gidemiyor. Bizim de son 11 turnuvanın 5’ine gitmemiz olağanüstü bir durum değil, çünkü bu ülkeler için ortalama her iki turnuvanın birine katılmak normal. Yani büyük plana bakarsak, turnuva istikrarsızı değiliz aslında…
Lâkin şu detayı da atlamamak gerek: Biz, 2002 dünya üçüncülüğü sonrası düzenlenen 6 büyük turnuvanın beşini ıskaladık (2004, 2006, 2010, 2012 ve 2014’e katılamadık, yalnızca 2008’e gittik)… Dolayısıyla elde kaybeden bir nesil kaldı; kaybeden, bahane üreten ve kazanmayı unutmaya başlayan bir nesil. İkinci halka bir ülke olarak 3 turnuva üst üste kaçırdıysak artık bu kaybeden nesli değiştirmek gerekir. Tabiatı böyledir oyunun. Fatih Terim 2016 elemelerinin başında bu değişime karşı biraz ayak diretti, hâlâ Emre, hâlâ Hamit, hâlâ Umut, hâlâ Volkan vardı önümüzde. Ama 4 maçlık başarısız periyottan sonra değişim düğmesine bastı, başarı da öyle geldi zaten. Şimdi Oğuzhan’lı, Semih’li, Hakan’lı, Cenk’li, Şener’li, Ozan’lı pırıl pırıl yeni bir ekip var elimizde. Ve ben çok umutluyum bu çocuklardan…
2008’in Haziran ayında İsviçre’nin Blick gazetesi şöyle bir manşet atmıştı bizimle ilgili: “Türkler otobüse binmeden maç kazanılmış sayılmaz”… Bu turnuvaya da zorlukla gittik, belki Hırvatistan maçında da zorluk yaşayacağız. Ama henüz otobüse binmediysek, Fransa’yı terk etmemişizdir biz. Bence pek de erken binmeyeceğiz o otobüse…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS