Trabzonspor hafta sonu net skorla kazanıyor, Şenol Güneş’in yüzü gülüyor. Ama yüzünün güldüğü hatırlatıldığında toparlanıyor, inkâr ediyor ve beklenmedik bir söz söylüyor tecrübeli hoca… Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük teknik adamlardan biri, sitemkâr gibi: “Benim bu ülke sporuna verecek bir şeyim kalmadı. Uzatmaları oynuyorum”.
Süper Lig’de halen zirve yarışının uzağında olmayan, 4’üncü torbadan girdiği Şampiyonlar Ligi’nde grup liderliği gururunu yaşayan Güneş’in ruh hali, Trabzon’un en büyük sorunu… Günlük sportif başarılar, artık onu tatmin etmiyor. Geçen sezonun iki kupasının sahibinin de hâlâ belirsiz olması, bir son dakika kararıyla kendilerini Devler Ligi’nde bulmaları Güneş’i huzursuz etmiş. Ve bu iç huzursuzluğunu her fırsatta dışarıya yansıtıyor.
1996 travması
Şenol Hoca’nın kafasındaki sorun aslında sadece bir şampiyonluk kupasıyla ilgili değil… Trabzonspor’a bir gün 2010-2011 kupası verilse bile Güneş kendini haksızlığa uğramış hissedecek, çünkü hayatında ikinci kez aynı travmayı yaşamak zorunda kalıyor. 1993-96 periyodunda tırnaklarıyla kazıyarak bir araya getirdiği altın nesil, Mayıs 96’da Fenerbahçe’ye kaybedilen bir şampiyonluğun sonunda yavaş yavaş dağılmış; Trabzon bunun bedelini çok ağır ödemişti. Eğer Fenerbahçe’yle oynanan o maçta tek bir top öyle değil böyle gitse ve şampiyon bordo-mavililer olsa; sadece Trabzon’un değil belki de ülke futbolunun kaderi değişecekti. Çünkü Euro’96 mucizesini gerçekleştiren efsane takımın iskeletinin önemli bir kısmı Güneş’in talebeleriydi. Hami, Şota, Tolunay, Ogün, Abdullah ve arkadaşları o günlerde sırayla Trabzon’u terk ederken Güneş’in aklında muhtemelen şu vardı: Eğer 5 Mayıs’96’da Oğuz’un frikiği bir metre şaşsaydı; bir teknik adamın, bir kentin, bir ülke futbolunun kaderi nasıl değişirdi? Trabzonspor o yılı şampiyon bitirse, hocasını/kadrosunu 4 yıl daha koruyabilse, Galatasaray 1996-2000 döneminde yalnız kalır mıydı? Hatta, 2000’de Türkiye’de UEFA Kupası düzeyine ulaşabilecek tek takım Galatasaray mı olurdu?
Bu soruların cevabını tabii ki bilmiyoruz. Şenol Hoca da bilmiyor. Ama eminim Güneş bu soruları kendine 15 yıldır belki de her gece soruyor. O yüzden de bugün, Eylül 2011’de (herkesin bugünle ilgili olduğunu zannettiği, ama 96’nın artçısı olan) garip bir travma yaşıyor.
2011 travması
2010-2011 ekibi, Şenol Hoca’nın ikinci harika takımıydı. 22 Mayıs 2011’de Sivasspor-Fenerbahçe maçının sarı-lacivertliler lehine 4-3 bitmesiyle birlikte o harika takım da kenti ağır ağır terk etmeye başladı. Aynen 1996’da olduğu gibi… Şenol Hoca yaşananları görüyor, neyi kaybettiğini biliyor; Egemen’i, Selçuk’u, Umut’u durdurmak istiyor, ama durduramıyordu. Çünkü Trabzonlular 1996’dan sonra 2011’de de bir kez daha şampiyonluğa çok yaklaşmış ama ulaşamamışlardı.
Muhtemelen Mayıs’ta, Şenol Hoca’nın kafasında şu vardı: Şampiyonluğu kaybetmiş olabiliriz. Ama bu nesli, bu kadroyu elimizde tutabilirsek 2013’te UEFA Kupası finalinde ikinci bir Türk takımı olabilir.
Tutamadılar. Geçen sezon 82 puan toplayan takımın savunmasının lideri Egemen, orta sahasının lideri Selçuk, hücumun liderleri Jaja-Umut gittiler. Onların peşine Ceyhun-Engin gibi isimler de takıldı. Trabzonspor (ve aslında Şenol Güneş) ikinci bir 1996 travması yaşadılar.
Bugün Barcelona Pique-Xavi-Messi’yi; Real Madrid Ramos-Mesut-Ronaldo’yu ya da Manchester Vidiç-Nani-Rooney’yi kaybederse ne kaybedecekse; Trabzonspor da onu kaybetti: Omurgasını… Ve bir omurgayı yeniden oluşturmak hiç de kolay değildi.
2012 hareketi
Güneş isyan etti, sesini duyuramadı. Belki uykusuz geceler geçirdi, futbola küstü, ama devam etmek zorundaydı. Yepyeni bir takım kurmak için kolları sıvadı.
Transferde Beşiktaş’ın Portekiz hareketi gibi, onlar da bir Polonya çıkarması yaptılar iki yıldır. Brozek ikizleri, Glowacki ve Adrian aynı kanaldan Trabzon’a gelmişler. Aynen Beşiktaş’ın küçük Alves’e kadar varan Portekizli transferleri gibi…
Yaz transfer döneminde gazetelerde Trabzonspor’la adları anılan Sobiech ve Malecki de aynı kanaldan. Yani bizim görmediğimiz bir yerlerde belli ki Polonya futbolunda bir devrim olmuş ve o devrimin farkına sadece Trabzonspor’un arama-tarama ekibi varmışlar! Brozek ikizleri gibi harika futbolcuları da o devrimde yakalamışlar!
Yalnız bizim anlamadığımız bir şey var: UEFA kulüpler sıralamasında Türkiye 10’uncu, Polonya (Güney Kıbrıs’ın, Belarus’un altında) 23’üncü… FIFA milli takımlar listesinde Türkiye 27’inci, Polonya (Panama, Estonya ve Libya’nın da altında) 65’inci durumda… Galiba Polonya’daki futbol devriminden sadece Trabzon’un futbolcu tarama ekipleri haberdar…
Transferde de istediğini bulamayınca; Güneş, 1996 travmasından belki de daha acısını 2011 yaz döneminde yaşayınca doğal olarak mutsuz… Geçen hafta değerli meslektaşım İlker Duralı ile Lig Radyo’da konuştuk: 17 Eylül’de İstanbul Belediyespor önünde Trabzon’un işleri kötü gidiyor; Şenol Güneş, 80’inci dakikada ofansif değişiklik yapmak üzere kulübeye dönüyor. Kulübede şu adamlar var: Kaleci Zeki, Ferhat, Aykut, Sezer ve Celutska… Son 10 dakikada ofansif değişiklik olarak ancak oyuna sağ bek Celutska’yı sokabiliyor ve Serkan’ı sağ açığa gönderip ona umut bağlıyor! Çünkü muhteşem Polonya’dan (!) sayısız transfer yaptığı kadrosunun kalitesi maalesef bu…
Güneş, bugünlerde biraz huzursuz… Güneş, ülke futboluna verecek bir şeyi kalmadığını düşünüyor… Şampiyonluk kupası Trabzon’a verilse bile muhtemelen kalp kırıklığı geçmeyecek; çünkü (aynen Mayıs 1996’da olduğu gibi) Mayıs 2011’de sadece bir birinciliği değil belki de Trabzon’un gelecekteki bir Avrupa kupası finalini kaybettiğini hissediyor..
Umarız Güneş’i tekrar açtırmanın bir yolu bulunur ve iki kez yolundan dönülen o üçüncü Avrupa kupası, bir gün onun elinde Türkiye’ye getirilir. Umarız.
*********************************************************
Uğur Meleke resmi facebook sayfası: facebook.com/ugurmeleke
Uğur Meleke resmi twitter sayfası: twitter.com/ugurmeleke
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS