Çarşamba gecesi Stamford Bridge’de, “oyun oynayanlar”ın takımı Barcelona’ya karşı ağır bir mağlubiyet alan “topu kesenler”in hocası Mourinho, sahanın yıldızı Messi’yi rol yapmakla suçlamış! Anlaşılan Mourinho seçim kaybeden politikacıların klişe tesellisini duymamış. Halbuki pekâlâ, “Seçmen bize muhalefet görevi verdi(!)” de diyebilirdi…
Aylarca kanal kanal dolaşılmış, trilyonlar harcanmış, mitingler düzenlenmiş, anketler yapılmış, projeler falan hazırlanmıştır. Seçimden her zamanki gibi zafer beklenmektedir, ama halk, başka birilerine teveccüh etmiş, onları ise meclise sokmayarak tabir-i caizse- madara etmiştir. Ama, olsundur, çıkarlar yine mikrofonların önüne utanmadan, ve aslında halk ne yapmıştır açıklarlar: Halk, onlara muhalefet görevi vermiştir(!)
Rus Abramovich’in yüz milyon dolarlarıyla kurulan rüya takım Chelsea’nin başındaki Jose Mourinho’nun Stamford Bridge’de adeta dağıldıkları maç sonrası Messi’ye sözlü saldırıda bulunması da bu klişeyi hatırlattı bana… Sahaya belki de tek gerçek santrforları Drogba’sız çıkmış, bence bambaşka yetenekleri olan Asier del Horno’ya Messi’yi -ne pahasına olursa olsun- durdurmasını öğütlemiş… Topla her buluştuğunda Geremi’den tekme yiyen “futbolun gülen yüzü” Ronaldinho da etkisiz hale getirilmiş(!)…
Sınırsız maddi imkanlara rağmen Stamford Bridge’in zemini çok kötü. Oysa Çarşamba gecesi aynı sıralarda Erciyes-Ankaragücü maçına ev sahipliği yapan ve 8 günde ikisi lig, ikisi kupa, 4 maç oynanan Kayseri Atatürk Stadı’nın zemini bile çok iyi durumdaymış*… Tüm bu anti-futbol zihniyetine rağmen Valdes’in ikramıyla öne geçmeyi de başardı Chelsea…
20 Aralık’ta yazmıştım “Milat 22 Şubat” diye. Chelsea’nin orta sahasının, yani Reuters yazarı Simon Baskett’in daha iyisi bulunması için uzaya gidilmesi gerektiğini söylediği 3 adamdan bahsetmiştim, Makalele, Essien ve Lampard’dan… Çok iyi top kestiklerine itirazım yoktu, ama çocukluğu “topunuzu keserim” tehditleriyle geçmiş futbol izleyicisinin gözleri, o topa farklı muameleler yapabilen oyuncular arıyordu sanki. Mesela, bu üç oyuncunun birçok maçı sarı kart görerek bitirmeleri bir tesadüf müydü acaba? Ya da bu takımı oluştururken hiçbir maddi fedakarlıktan kaçınmayan Mourinho’nun ekibine tek bir Brezilyalının girememesi? Peki ya, UEFA’nın yılın takımı oylamasında 8 mevkiyi Chelsea’li oyuncular domine ediyorken, “attacking midfielder” (ofansif orta saha) adayları arasında hiçbir Mavili’nin olmamasına ne demeliydi? çarşamba gecesi, işte o “attacking midfielder” pozisyonuna iki aday birden sokmuş bir takım vardı Chelsea’nin karşısında… Ronaldinho, Deco, Messi ve hepsi “oyun” oynamayı hedefleyen arkadaşları, belki de önümüzdeki yirmi yılın baskın futbol anlayışını belirleyeceklerdi.
Aslında düşündüğüm gibi gelişti her şey, ama bence maçın kaderi, Motta’nın sakatlandığı anda belli oldu. Barcelonalı oyuncu acıyla kıvranıyor, tüm yeşilliler, mavili arkadaşlarına topu taca atmalarını işaret ediyordu. Lâkin Joe Cole kenara bakıp Mourinho’dan aldığı işaretle, -belki de istemeye istemeye- devam etti oyuna… Aslında biz bu sahneye yabancı değiliz. Daha önce ligde de Wigan’lı McCulloch’ın sakatlığına inanmamış ve Gallas’a devam etmesini söylemişti Mourinho… Sanırız, Motta’nın pozisyonu sonrası Rijkaard’ın yanına geldiğinde de bu anektodu aktardı meslektaşına…
Del Horno’nun gördüğü kırmızı kart, Ronaldinho mucizesi, Messi’nin müthiş futbolu, yada 3 gol… Bence hepsi detaydı. Mourinho savaşı, 53’üncü dakikada Motta’nın sakatlığına inanmayarak, ve bu art niyetine Joe Cole’u da alet ederek kaybetti.
Bir çivi kaybolursa, bir nal kaybolur
Bir nal kaybolursa, bir at kaybolur
Bir at kaybolursa, bir süvari kaybolur
Bir süvari kaybolursa, bir savaş kaybolur.
(Çin atasözü)
*Dün gece radyoda kupa maçlarını anlatan TRT radyo spikerinden duydum stadın durumunu.. Bilgiyi, stat müdürü Osman Kayaalp’ten de teyit ettik.
http://www.milliyet.com.tr/2006/02/24/spor/spo11.html
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS