Dün gece ilk 1 saatle son yarım saat arasındaki farka baktığınızda ister istemez çok basit bir kaide akla geliyor: “İyi futbol, iyi futbolcuyla oynanıyor”. Özellikle 80’le 85 arasında Fenerbahçe öyle iyi iki hücum etti, rakip kaleye kadar öyle güzel pas bağlantılarıyla geldi ki; sarı-lacivertliler böyle oynasa ve kaybetse taraftarı çok fazla üzülmezdi herhalde…
Aykut Hoca, Erzurum’daki maçın sonunda “Önde basan ekiplere karşı sorun yaşayacağız” demişti ama İzmir’deki ilk 1 saat gösterdi ki bu orta sahayla basan/basmayan her takıma karşı problem yaşayacak Fenerbahçe! Aykut Hoca’nın yine “Çareyi transferde aramamalı, içeriden çözüm üretmeli” sözleri de kritikti ama Kocaman’ın içeriden de farklı bir şey çıkardığı yok: Dört resmi maçta üç oyuncunun (Topal, Cristian-Selçuk’un) ikili kombinasyonlarının hepsini denedi, top hâlâ orta yuvarlaktan bir adım ileriye gitmedi! Sanki Kocaman’ın dışarıdan çarelere ihtiyacı var gibi…
Maçta takıldığım iki önemli detay var: Birincisi, yine yeniden tribünlere meşale sokuluyor olması ve bunların organize biçimde yakılması. Erzurum’daki finalden sonra İzmir’de de bu çirkin görüntüleri görmek endişe verici. Benim spiker arkadaşlardan ricam, meşalelerle ateşli bir görüntü verildiğini söylememeleri, suçu övmemeleri. Hatta yönetmenlerden de ricam, meşale yakanları veya sahaya atlayanları ekrana hiç vermemeleri. Çünkü Erzurum’daki/İzmir’deki suçlu meşalelerle ekrana yansıdığında bir sonraki maçta ortaya çıkacak potansiyel suçluları cesaretlendirmiş oluyor.
İzmir’de takıldığım ikinci noktaysa hakem/futbolcu diyalogları… Daha doğrusu monologları… Zira yabancı futbolcular konuşuyor ama Tolga Özkalfa (ve Ekrem Kan) bırakın dinlemeyi, yüzüne bile bakmıyor sporcuların! 5’te Sow, Ekrem Kan’a bir şeyler anlatıyor, yardımcı hakem onu görmezden geliyor. 22’de bu kez Kuyt, Özkalfa’ya (dudaklarından okuduğumuz kadarıyla) “Where is the foul (Faul nerede)?” diyor, hakem Hollandalı’nın yüzüne boş bir ifadeyle bakıyor. İkili arasındaki aynı monolog(!), su molasında da sürüyor.
Söz konusu hakemler FIFA kokartı taktıklarına göre İngilizce biliyor olmalılar. O sırada nabzı 150’ye çıkmış sporculara pekâlâ bir-iki yatıştırıcı kelime edebilirler. En azından gülümseyebilirler. Özkalfa’nın yerlilerle gayet iyi diyalog kurduğunu gözlemlemesem, “tarzı bu” diyeceğim! Ama yerlilerle diyalog kurup yabancılara farklı muamele etmesini garipsedim doğrusu… Maçın başında sahaya çıkan çocukların tişörtünde yazan o “saygı” sözcüğü üstünde hepimizin daha fazla düşünmesi gerek galiba…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS