Çek maçında üçüncü golü attığımızda yanımdaki Japon gazeteciler benden daha yükseğe sıçramışlardı. Hayatımda ilk kez gördüğüm Tunuslu ile sarmaş dolaş olmuşuz, farkında bile değildim. Türkiye gerek 2002’de gerekse burada “öteki Dünya”nın temsilcisi ve sesi oldu biraz da… Türkiye yalnızca Türkiye değil burada… Asla yalnızca Türkiye değil… O yüzden bu aşamadan sonra kupayı kazansak da kaybetsek de, yeryüzünün 4’te 3’ü için ürettiğimiz kahramanlık hikâyeleriyle görevimizi yaptık zaten, fazlasıyla yaptık…
Hamit, Hamit, Hamit
Bilic, ilk maçta faydalanmadığı Pranjic-Rakitic ikilisinin soldaki uyumunu geliştirmesi gerektiğini biliyordu ve Polonya maçında aslardan sadece bu iki oyuncuya şans vermişti. Dün gece de Hırvatlar’ın en önemli hücum planı o kanattan yaptıkları bindirmelerdi. Direkten dönen top dahil neredeyse bütün pozisyonları oradan üretildi, ama biz bu iki hücumcu sol kanat oyuncusunun verdiği açıkları değerlendirme konusunda eksik kaldık, çünkü Kazım dünya sempatiği anneciğinin söylediği iki kişilik değildi dün gece, hatta bir bile değildi sanki… Kazım’ı çıkarıp sağa Arda, sola Uğur’u almanın da çok faydalı olduğunu söylemek zor, zira Arda da sağda kayıp bir 50 dakika geçirdi. Ama Milli Takıma kazandırılan Amerikalı kondisyon takviyesinin hakkını teslim etmemiz lazım… Belki turnuvanın rekor sayıda sakatına sahibiz, lâkin 30 uzatma dakikasında ortaya koyduğumuz enerji inanılır gibi değil… Üstüne bir de Euro 96’dan beri oynadığımız 14 turnuva maçının 14’ünde de “14 14’lük” oynamış Rüştü’nün, 3 maç yedek bekledikten sonraki telafi performansını ekleyin. Kazım belki “Kazım Kazım” değildi dün gece ama, Rüştü, “Rüştü Rüştü”ydü; Hamit, “Hamit Hamit Hamit”ti Ernst Happel’de… Sağolun çocuklar… Sağolun, çok sağolun..
http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=878958&AuthorID=112&ver=48
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS