Ronaldinho, 4 yıl önce Fenerbahçe’nin gündemine gelmişti. Önceki sene aylarca Beşiktaş/Robinho flörtü konuşuldu. Nihayet geçtiğimiz hafta bu kez Galatasaray, Ronaldinho ile ilgilendi. 2008’de ve 2010’da da aynı düşüncedeydim, bugün düşüncem çok daha kuvvetlendi: Bu transferlerde artık masada güçlü olan taraf yıldız futbolcu değil, İstanbul kulüpleri… Artık sorumuz, “Ronaldinho/Robinho, G.Saray’a/Beşiktaş’a gelir mi?” değil, “G.Saray/Beşiktaş, Ronaldinho’yu/Robinho’yu almalı mı?” diye olmalı.
Bu tezin dayanak noktası da basit… Avrupa’nın 4 büyük liginin elit takımlarının (yani ManU, Chelsea, Valencia, Bayern, Inter vs. sınıfının) ilgi alanının dışına çıkmış veya şansını oralarda deneyip başarısız olmuş oyuncunun önünde zaten çok sayıda cazip seçenek yok. Bu liglerin orta sınıf takımlarının bütçeleri kısıtlıdır, cazip maaşlar ödemezler; üstelik Avrupa kupalarına gitme şansları da zayıftır. O yüzden Ronaldinho’ya/Robinho’ya veya Eto’o’ya, Wigan-Nürnberg-Siena grubu genelde cazip gelmez; yıllarca belli bir düzeyde mücadele ettikten sonra rotaları orta sınıfa dönmez.
Bu durumda önlerinde birkaç seçenek kalır: Asya (BAE, Katar) kulüpleri çok para öderler, ama Avrupa televizyonları maçlarını yayınlamaz. Dolayısıyla ulusal takımı da, büyük turnuvaları da unutmak zorunda kalırsın. Brezilyalılar’ın kendi ülkelerine dönme nedeni de genelde ulusal takımın dikkat çemberi içinde kalmak oluyor; ama tabii Asya’dakinin beşte biri maaşa razı olarak!
ABD’de (özellikle batıda) hem iyi para kazanır, hem güzel iklimlerde/modern kentlerde yaşarsınız. Ama Avrupalılar’ın uyuduğu saatlerde top oynadığınız için orada da unutulma riskiniz yüksek. Üstelik 7-10 saat farkı; 10-15 saatlik uçuş mesafeleri nedeniyle ailenizle/25 yıldır alıştığınız hayatla temasınız kesilme noktasına gelir.
Asya ve Amerika’ya nazaran yine en makul tercih Avrupa’dır. Ama Avrupa’da da (Yunanistan’daki büyük ekonomik kriz sonrası) beş büyük ligden ayrılan iyi oyuncuları istihdam edebilecek ekonomik güç sadece Rusya ve Türkiye’de kalmıştır. Ancak Rusya’nın sert iklimi, uzun kış tatili, zorlu uçak seyahatleri göz önüne alınınca İstanbul tüm bu seçeneklerin yanında cennet misali kalmaktadır.
Harika bir şehir… Tüm Avrupa’ya 2-4 saatlik uçuş mesafesi… Yalnızca 1-2 saat farkı… Şampiyonluk ve Avrupa kupaları yarışı… İyi maaş, düşük vergi… Tüm bunları yan yana koyduğunuzda İstanbul takımlarının transfer masalarında neden kuvvetli olması gerektiği anlaşılıyor zaten.
Ama Shaqiri meselesi biraz daha farklı. Türkiye klasmanına yakın bir ligde yeni parlayan bir oyuncunun hedefinin 4 büyük ligin devleri olması çok doğal. Hele Shaqiri’ye Bayern’in, Inter’in filan ilgisi ciddiyse (ki Bayern ilgisinin ciddi olduğunu Orhan Uluca’dan öğrendik); bu oyuncunun (kulübünün dayatması dışında bir nedenle) İstanbul’a gelmesini beklemek çok mantıklı değil.
İstanbul takımları tabii ki İsviçre’den, Belçika’dan, Hırvatistan’dan Shaqirileri, Yattaraları bulmaya çalışmalı. Ama Yobo, Niang, Melo, Muslera, Quaresma, Zago gibi 5 büyük ligde denemiş/başarmış/rüştünü ispatlamış adamların da Türkiye performansları ortada. İstanbul şehri, bu adamlar için ciddi bir cazibe merkezi. Öyleyse bu avantajın da farkında olmak lazım…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS