Rijkaard’ın Tam Saha’ya verdiği (Bağış Erten’in harika sorular sorup, kusursuz çevirdiği) röportajı konuşuyoruz 1 haftadır… Kıvırcık, sadece 2 ayda bu ülkenin kodlarına ulaşmış ve 50 yıldır konuşa konuşa bitiremediklerimizi üç-beş cüm- leye sığdırmış: “Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda, ama hiçbir şey tam yok! Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok, ama bu bazen aklı devre dışı bırakı- yor. Türk futbol kimliğini tanımlasak kesinlikle yetenek var deriz, ruh var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya çıkabiliyor. Takım oyununda aslolan dengeli olabilmektir. Pozisyon alışınızı, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerek. Coşku konusunda sıkıntı yok, ama bazen o coşku bozucu bir etki de yarabiliyor” Rijkaard, bizi bize öyle güzel anlatmış ki, bu cümleleri alıp tüm futbol kulüplerinin (hatta bazı şirketlerin de) duvarlarına asıp üstünde uzun uzun düşünsek yeridir. Ancak… Estonya maçını izlerken şunu da düşünmeden edemedim: Bu kadar bariz açıkları olan bir futbol ülkesiyiz, temel meselelere dair çok net problemlerimiz var. Öyleyse nasıl oluyor da, 21’inci yüzyılda yapılan 5 büyük futbol turnuvasında 3 defa son 8’e kalmayı başarabiliyoruz?
* *
TRT Türk’te bir aydır pazar gecelerini beraber eğlenerek geçirdiğimiz Hasan Şaş anlattı: “Çok çalım yaptığım bir idmanda Lucescu, atabildiğim kadar çalım atmaya devam etmemi söyledi! Çok şaşırmıştım, çünkü o güne kadar çalıştığım tüm hocalar bana daha az çalım denememi öğütlemişti. Kendisine bunun sebebini sorduğumda, benim kendime özgü yeteneğimin bu olduğunu, eğer çalım atmazsam sıradan bir oyuncuya dönüşeceğimi söyledi.” Benzer bir hikâyeyi U.Boral’dan da dinlemiştim. Orada da Türk insanının kodlarını çözen adam Zico’ydu ve bugün F.Bahçe’de ilk 18’e giremeyen Uğur’u Sevilla fatihine dönüştürürken aynı metodu kullanmıştı: “Taraftarın ıslıklarına aldırma ve gidebildiğin kadar rakibinin üstüne git. Çünkü gitmezsen sen sen olmaktan çıkarsın.” Bu iki hikâyeyi üst üste koyun ve Şaş, Boral gibi futbolcuların oyun stillerini gözünüzün önüne getirin. H.Şaş’ın dağınık gözüken oyununun kendi içinde garip bir düzeni var! Ve o şifreyi rakip bek çözene kadar allak bullak oluyor! Aslında Hasan’ın oyunu biraz da 17 yaşındaki kızınızın odası gibi… Kapıdan girdiğinizde her yerde beyninizi patlatan bir dağınıklıkla karşılaşıyorsunuz! Ama kızınızın hiçbir eşyasına da dokunamıyorsunuz, çünkü onun kendine özgü bir düzeni var ve icap eden her şeyi gerektiğinde şıp diye bulabiliyor! Lucescu, Hasan’ın; Zico, Uğur’un odasına dokunmadı… Terim, Hakan’ı olabildiğince özgür bıraktı. Bu dağınık adamlar da, Türk futboluna iki Ş.Ligi çeyrek finali, iki de uluslar arası yarı final başarısı yaşattılar işte.
* *
Evet, Rijkaard ve Neeskens’i bu ülkede maksimum tutabilmek için çaba göstermek lazım. Ama şuna da şaşırmamak gerek: Bu iki bilgenin bugüne kadar edindikleri birtakım ezberler bozulacak; kazanmaları gereken bir maçı neden yitirdiklerini, kaybedecekleri bir oyunu nasıl çevirdiklerini anlayamayacaklar bazen. Ama bırakacaklar, dağınık kalacak biraz. Mümkünse Arda’yı değiştirmeyecekler fazla… Sabri’nin o akıl almaz ayarıyla oynamayacaklar! Ama elden geçirecekler. Değiştirmeyecekler, ehilleştirecekler sadece. Çünkü bizden Alman ekolü çıkmaz, Ajax modeli de uymaz. Ajax kokulu Türkiye olabiliyor muyuz, onu düşünecekler işte daha çok.
Rijkaard'a itirazım var
Bir Cevap Yazın

Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS