R.Madrid, kadrosuna katmak istediği Cristiano Ronaldo’ya haftalık 190 bin pound teklif etmeye hazırlanıyor. Bu rakam, Premier Lig’de tüm zamanların gelir rekortmeni Terry’nin kazandığından yüzde 50 daha fazla ve yeryüzündeki her futbolcunun başını döndürmek için sanırım yeterli…
Arsenal menajeri Wenger’se, Flamini’den sonra Hleb ve Adebayor’un da daha fazla para kazanma isteklerinin vefa duygularının önüne geçmesinden dert yanıyor: “Eğer elimde sihirli bir değnek bulunsaydı, futbolda değiştireceğim ilk şey, oyuncuları basit birer esnafa çeviren transfer sistemi olurdu. Eğer oyuncu kötüyse kulüpte kalmayı düşünüyor, ama biraz iyiyse aklındaki ilk şey, daha fazla kazanacağı bir takıma gitmek oluyor. Her birine iyi birer yaşam sağlamak için çalışıyorum, ama yetmiyor”…
FIFA’nın ezel-ebed başkanı Sepp Blatter biraz daha farklı düşünüyor, oyuncuları uzun sözleşmelerle kulüplerine bağlayanlardan şikayetçi ve onları kölelik düzeni kurmakla suçluyor! Alex Ferguson’un onu yaramaz bir çocukken Old Trafford’a transfer edip, adanın nefretini kazandığı Dünya Kupası’ndan sonra bile sahiplenerek kâinatın en iyisi haline getirdiğinden habersiz Cristiano Ronaldo da Blatter’e destek veriyor: “Evet, ben de bir köleyim”…
Tam da dünya futbolundaki bu büyük tartışmalar sırasında, milli takımın Fenerbahçeli yıldızı Aurelio, kendisine teklif edilen 2 milyon euroyu az bularak, yıllık yüzde 40 daha fazla kazanacağı Sevilla kentinin yolunu tutuyor… Sahi, Cristiano Ronaldo gerçekten bir köle mi? Peki ya Aurelio?
Bu sorunun cevabına yaklaşmak için, önce Marcotti’nin Sports Illustrated’da sorduğu başka birkaç temel suale kabataslak yanıtlar bulmak gerekiyor:
1) Aurelio, yıllık 2 milyon eurodan fazlasını eder mi? Çok rahatlıkla “evet” diye cevaplayabileceğiniz bir soru değil… Çok akıllı bir orta saha oyuncusu, çok yönlü bir kesici/servisçi, ama bir dünya starı değil… Yeryüzünde muhtemelen ondan daha iyi 20-25 merkez oyuncu vardır, üstelik de 30’unu geçmiş olanların önemli bir bölümü de yıllık 2 milyon eurodan az kazanıyordur…
2) Öyleyse, Fenerbahçe Aurelio’ya bu parayı vermemekte ve göndermekte haklı diyebilir miyiz? Hayır, bunu da söylemek zor… Çünkü sözleşmesi bitmiş bir oyuncudan herhangi bir bonservis geliri elde edemiyorsunuz. Aurelio giderse onun yerine en az Marco kadar iyi bir merkez oyuncu bulmalısınız, bu da size ortalama 8-10 milyon euro bonservis bedeli ve en azından yıllık 2 milyon euro daha maaş yükü getirecek… Bu da önümüzdeki 4 yıl için yaklaşık 20 milyon euroluk ekstra bir yatırım yapmak demek, öyleyse acaba Aurelio’ya talep ettiği yıllık parayı, mesela 3 milyonu vermek acaba daha mı mantıklı idi?
3) Peki, Fenerbahçe bu parayı neden vermedi? Çünkü bu parayı Aurelio’ya vermenin dolaylı etkileri, hatta aslında kümülatif etkileri var… Ona 3 milyon verdiğinizde, bir sonraki yıl sözleşmesi bitecek daha genç oyuncular Deivid veya Lugano’nun 4 milyon istemeyeceklerini garanti edemiyorsunuz… Bu arada önemle belirtmeliyim, Marco’nun sözleşmesinin 1 yıl opsiyon detaylarıyla filan ilgilenmiyorum, menajerle kulüp arasındaki problemlerle de… 31 yaşına gelmiş Marco, futbol hayatında bir La Liga macerası olsun istediği için İspanya’ya gitmiş de olabilir hatta… Aurelio esas meselemizin sadece küçük bir örneği burada, bu örnek M.Topal da olabilirdi… Veya Ronaldo da… Hatta sorumuzu şu şekilde revize edebiliriz, yıllık 250 milyon euro gelire sahip M.United gibi zengin bir kulüp, Ronaldo’ya haftalık 200 bin pound önererek R.Madrid meselesini çoktan kapatamaz mıydı? Cevap; evet, kapatabilirdi… Ama bu, önümüzdeki yıllarda Rooney’nin, Vidic’in, hatta Evra veya Ferdinand’ın haftalıklarının da yüzde 50 artması anlamına gelirdi… Ne kadar çok kazanırsanız kazanın, Abramovich de olsanız, Glazer de olsanız, kaynaklar kısıtlıdır… Ve mühim olan, bu kaynakları ne kadar verimli kullandığınızdır…
4) Sözleşmesi 2012’ye kadar süren Ronaldo bu yaz, sezon sonu serbest kalacak olan Aurelio ise kış transfer döneminde gitmek istediler… Peki kulüpleri bu oyunculara neden izin vermiyor, Aurelio ve Ronaldo birer çağdaş köle mi? Aslında çok basit bir cevabı var: Hayır, köle değiller. Yalnızca bir bankacının çalıştığı bankayla, bir gazetecinin yazılar yazdığı gazetesiyle yaptığı gibi kontratlara imza attılar kulüpleriyle… Ve bu sözleşmelerin her iki tarafı da bağlayan koşulları var. Kontratlar sona erdiğinde oyuncular zaten serbest kalıyorlar ve istedikleri kulübe istedikleri maaşlarla transfer olabiliyorlar… Hepsi bu.
Maaş haddi
Aslında esas problemi doğuran, bir işyerinde belli bir maaşla çalışmakta olan bir işçiye, kontratı devam ediyorken olağan dışı paralar teklif eden diğer bir işverenin varlığı… Şu anda gözüken en yakın çare ise NBA modeli.. Amerikan Basketbol Ligi, takımların oyunculara ödeyecekleri toplam maaşları “salary cap (maaş haddi)” adında bir düzen kurarak kısıtlamış. 22 yıldır bu düzenekle ligdeki dengenin korunmasını sağlamış, Real Madrid, Abramovich, doğalgaz patronları benzeri para pompalarının önünü kesmiş…
Mesela 2008-09 sezonunda da bir NBA takımının oyuncularına vereceği toplam maaş 58 milyon doları geçmeyecek. Bunu belli bir miktarın üstünde aştığınızda verdiğiniz her ekstra dolar için, 1 dolar da vergi ödemek zorundasınız… Aslında futbola da bu sistemin adaptasyonu ihtimali çok uzak gözükmüyor… Avustralya Ligi halen bu düzeni uyguluyor, İngiltere ve İtalya sıkça “salary cap”i tartışıyor. Ülkeden ülkeye değişen vergi oranları ve para birimlerinin çeşitliliğinden dolayı uygulamaya henüz geçemese de, “maaş haddi” Avrupa futboluna bir noktadan girmek ve en küçük hücresine kadar sızmak için gün sayıyor… Ve artık galiba futbol, Bosman ve Oulmers davalarının ardından üçüncü bir dönüşüme, maaş haddi reformuna doğru sürükleniyor.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS