“Biz yönetim olarak zamanında paraları ödemesek, primleri vermesek, sen istediğin kadar çalış, olmaz”
Salı günü Milliyet’te yayınlanan ve gündeme bomba gibi düşen Aziz Yıldırım röportajının bence en kritik cümlesi bu… Bütün o kişisel meselelerden, özel hayatlardan bağımsız… Fenerbahçe’den, Ersun Yanal’dan azade düşünün bu cümleyi. Zaten aşağıda okuyacağınız da bir Fenerbahçe ya da Yıldırım yazısı değil, bir Türk futbolu analizidir aslında. Olaylara ya da kişilere değil, fikirlere odaklanma çabasıdır bu karalamalar.
Mayıs 1991’de ilk İngiliz futbol kulübü, Manchester United borsaya açıldığında sattığı 1,2 milyon lotun toplam değeri yalnızca 28 milyon dolardı. Bugünse Kırmızı Şeytanlar’ın değerinin yaklaşık 2,5 milyar dolar olduğu öngörülüyor. Yani sadece 20 yılda ManU’nun değeri yaklaşık 100 kat artmış.
Tabii ki sadece Manchester ekibine özgü bir durum değil bu. Son 20 yılda artan stat kapasiteleri/bilet fiyatları, forma-anahtarlık-flama gibi ticari ürünlerin piyasaya sürülmesi, kapalı devre yayın sisteminin oluşturduğu olağanüstü gelir havuzu neticesinde bugün sadece Manchester, Real ya da Bayern değil, Ajax, Porto veya Fenerbahçe de yılda en az 150 milyon dolar gelir standardına ulaşmış durumdalar.
Daha yakın bir örnek
Daha yakın bir örnekle açıklayalım: Fenerbahçe’nin (Deloitte verilerine göre) yıllık geliri 126,4 milyon euro. Sarı-lacivertliler, 2013-14 sezonunda sadece Süper Lig yayın havuzundan 4 ayrı kalemde gelir elde etti: 11 milyon kulüplere eşit dağıtılan pay. 20 milyon prestij payı. 15 milyon şampiyonluk ödülü. 26 milyon da puan ödülü. Buna Spor-Toto, Ziraat isim haklarını, Türkiye Kupası yayın haklarını ve İddaa gelirlerini de ekleyin. Yani Fenerbahçe (ya da G.Saray, Beşiktaş, herhangi bir büyük takım) hiç maç bileti satmasa, hiç forma satmasa, her sezon sıradan bir performansla ilk üçe girse gelir havuzları zaten devasa boyutlarda. Fenerbahçe’yle Galatasaray’ın 52’şer bin kişilik statları ile bir yılda 27 ile 34 milyon euro arası maç günü gelirleri olduğunu da bilançoları söylüyor zaten.
Yani çıplak gerçek şu: Son 20 yılda futbol büyümüş. Manchester büyümüş, UEFA büyümüş, Şampiyonlar Ligi büyümüş, MTK Budapeşte büyümüş, La Valletta büyümüş, Kayserispor büyümüş, Real Madrid büyümüş… Futbol ailesinin her bir ferdi, kendi nispetinde global büyümeden payını almış. Büyük futbol pastası büyürken Fenerbahçe’nin-Galatasaray’ın büyümemeleri, durmaları mümkün mü?
Türkiye’de yayın havuzu 20 yılda 4 milyon dolardan 400 milyon dolara çıkmış. UEFA Avrupa Ligi gruplarında bir galibiyetin ödülü 120 bin euro iken, Süper Lig’de bir galibiyetin ödülü 1 milyon lira (yani yaklaşık 350 bin euro). Senin liginde bir galibiyetin ödülü, uluslar arası bir yarışma olan, global sponsorların ilgisini çeken Avrupa Ligi’nin 3 katı iken, senin kulüplerinin ekonomik olarak durması mümkün mü?
Paraları başkanlar ö-de-mi-yor
Lütfen Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş özeline, detayına girmeden, sağlıklı bir şekildedüşünelim: Son 20 yılda global futbol ekonomisi 100 kat büyümüşken, Türkiye ekonomisi büyümüşken, üç büyüğün ekonomisinin paralel olarak büyümeleri normal değil mi? Bu büyümeden başkanların, yöneticilerin yalnızca kendilerine pay çıkarıp; “Ben futbolcunun parasını ödemezsem…” minvalinde cümleler kurmaları doğru mu, adaletli mi? Zaten Galatasaray’ın-Fenerbahçe’nin futbolcu maaşlarını bilet alan taraftar, forma alan sporsever, evinde Digiturk/D-Smart olan vatandaş ödemiyor mu? Zaten senin yegane ödevin, bu gelirleri toplayıp sporculara, antrenörlere aktarmak değil mi?
Maalesef Türkiye’de berbat bir algı manipülasyonu var: Futbolcuların boynu bükük. Çünkü maaşlarının kulüp yöneticilerinin ceplerinden ödendiğini sanıyorlar. Oysa ne Galatasaray’ın, ne Erciyesspor’un, ne Kasımpaşa’nın yöneticisinin cebinden bir kuruş çık-mı-yor! Çıkıyorsa dahi bu geçmişte yaptıkları plansız harcamaların telafisidir. Türkiye’de Süper Lig kulüpleri hiçbir ekstra gelire muhtaç değildir. Gençlerbirliği’nin yıllık geliri, Hollanda’da Vitesse’den de, Portekiz’de Braga’dan da, Belçika’da Standard Liege’den de yukarıdadır. Yöneticinin cebinden çıkacak paraya kesinlikle ihtiyaç yoktur.
Ve ilüzyon…
O yüzden de Aziz Yıldırım’ın Tayfun Bayındır/Şansal Büyüka’ya verdiği röportajda beni en çok ilgilendiren kısım, ne Yanal’ın özel hayatı, ne Salih’in harcanması, ne de Erkan’ın transferidir. Türkiye’de bir kez daha bir başkanın futbolcuları-antrenörleri maaşları zamanında ödememe ilüzyonuna sürüklemesidir.
Bu ilüzyon düzelmedikçe Türkiye’de futbolun esas aktörleri sporcular-antrenörler mahcup, tek işleri gönüllü bir biçimde kulüp yönetmek olan başkanlar mağrur olacaktır. Bu ilüzyon düzelmedikçe zengin holigan yöneticiler, kullanışlı muhabirleri yoluyla propaganda yapmayı sürdürecek; özel cep telefonu mesajlarını veya antrenör-futbolcu toplantısı kayıtlarını medyaya sızdıracak, sokaktaki adamı manipüle etmeye devam edeceklerdir. Son 15 yılda Türkiye’de maddi-manevi hiçbir başkanın kulübüne verdiği, kulübünün ona verdiğinden fazla değildir. Hatta son 15 yılda Süper Lig kulüplerinin istisnasız tüm başkanlarına kazandırdığı, onlardan aldığının en az 2-3 katıdır.
Kimsenin kimseyi kandırmadığı, kimsenin kimseye halkın cebinden çıkan parayla üstünlük taslamadığı, adil ve dürüst bir dünya dileğiyle. Mutlu haftalar…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS