Salı ve Çarşamba geceleri 4 mekanik takımı eşleştiren Şampiyonlar Ligi yarı final maçlarını izledik heyecanla… 100 metreyi 11 saniyede koştuğu için hayranlık beslenen, 90 dakikayı iki taç çizgisi üstünde sıçrayarak geçiren ve kusursuz anatomisiyle şu anda dünyanın en iyisi gözüken Cristiano Ronaldo’yu… Akıllı oyunu ve kurnaz bakışlarının yanında zaman zaman yüzünde oluşan çocuksu ifadeyle 100 bin kişinin ayakta alkışladığı Lionel Messi’yi… İnanılmaz enerjileriyle 5400 saniye boyunca baş döndüren Makelele’yi, Mascherano’yu ve Lampard’ı…
Bu iki kusursuza yakın maçı izlerken aynı sual yankılandı hep beynimde… Geçen sene, Darüşşafaka Lisesi’ndeki bir söyleşi sırasında karşılaştığım, heyecanlı bir kız çocuğunun sorusu: “Tamam yetenekli çocuklar spor kulüplerine kaydolup, yarışmacı takımlarda oynasınlar, başarı ve para kazansınlar da, ben ve benim gibi binlerce yeteneği sınırlı genç ne yapsın?”… Yani, spor dediğimiz sadece, olağanüstü yetenekteki atletlerin sahada koşuşturup, yeteneksizlerin de onların sevinçleriyle yetinmeye mahkum olduğu bir seçkin uğraşı mıdır?
Tottenhamlı eski futbolcu Mike England’a göre öyle: “Hafta sonu maç seyahatlerine çıkarken eşime asla futbol oynamaya gidiyorum demem. O iştir. Avrupa Şampiyonalarında, olimpiyatlarda veya Dünya Kupası’nda hiç kimse oyun oynamıyor artık”…
Caslavska’dan Comaneci’ye
Yapılan şey bir oyun olmaktan çıktığı için, oyuncu tarifi de her geçen yıl daralıyor tabii… Joan Ryan’ın araştırmasına göre, 1956 yılında üst düzey iki bayan Olimpiyat oyunları jimnastikçisi 29 ve 35 yaşlarındaydı. 1968 yılında altın madalya kazanan Çek Vera Caslavska 26 yaşında, 160 cm. boyunda ve 55 kg ağırlığında… O halde, jimnastik, yaklaşık 40 yıl önce tamamen bir kadın sporuymuş gibi gözüküyor…
Ama 1972 yılında 149 cm boyunda, 38,5 kg. ağırlığındaki Olga Korbut, başının arkasından sarkan saç örgüleri ve lastik-banttan bedeniyle dünyayı büyülediğinde iş değişmiş.
1976’da, 14 yaşındaki Nadia Comaneci ise Olimpiyat tarihinde ilk tam 10 puanı aldıktan sonra koltuğuna oturup, oyuncak bebeğini kavrıyor. Küçük Nadia o gün 152 cm. uzunluğunda ve 38 kg. ağırlığında…
Sevgili İlker Yasin’in benimle paylaştığı Chris Bambery imzalı “Marxism and Sport” makalesindeki bir diğer örnek de son derece çarpıcı: “18 Haziran 1994 günü, 22 yaşındaki Rus Alexander Popov’un bedeni Monaco’da bir yüzme havuzuna daldı. Dakikalar sonra Popov, 100 metreyi diğer herhangi bir insandan daha hızlı giderek tamamen su yüzüne çıktı. 48,21 saniyede Popov, çok karmaşık süreçleri ve mekanizmaları harekete geçirmişti… 61 kulaç boyunca her kası kasılmış, gerilmiş ve bükülmüş, ciğerleri tekrar tekrar dolmuş ve boşalmış, kalbi bedeninin her yerine 6,6 galon(?) kadar kan pompalamıştı.
Bu yeni rekoru elde etmek için Popov bedenini karmaşık bir makineye indirgedi. Ne pahasına? Onu 10 yıl veya 20 yıl sonra kim hatırlayacaktır? (Rekor da 16 Eylül 2000’de el değiştirmiştir zaten)… Artık bu düzeyde idman yapmayan Alexander, 5 yıl sonra, 42 yaşında neye benzeyecektir?
1996 Kasım’ında Guardian yazarı Vincent Hana da, bu garipleşen durumu sorguluyor: “Birinin size, Avrupa’da temsilcilerinin dereceye girmek için şiddetli rekabet nedeniyle üstünkörü eğitim alan, evlerinden koparılan, kölece işleri yapmaları için kamplara sokulan, sürekli talim yaptırılan yetenekli gençleri bulmak için ülkeyi taradığı bir sistem olduğunu söylediğini farz edin. Şanslı olanların devam ettiği, işverenler tarafından alınıp satıldığı bir kontrat sistemine bağlandığı… Başarılı ve parlak olanların çok iyi para kazandığı. Ama ikinci sınıftan olanların 30’larında kendisini posası çıkmış ve işsiz olarak bulduğu… Bu, başka bir sanayide olsa ağır protesto uğultularına neden olacaktır.”
Amacımız insan özgürlüğü ve gerçekten sınırsız olanağın olduğu bir dünyadır, gelecek kuşakların olimpiyatlar veya Şampiyonlar Ligi gibi bir şeye hayretle dönüp bakacağı ve yalnızca tek kelimelik bir soru soracağı bir dünya: “Niçin?”
http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=520699
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS