Ülke futbolu olarak geçtiğimiz sezon yalancı bahar yaşamışız, bu Eylül acı gerçeklerle yüzleştik: Milli takım FIFA sıralamasında tarihinin en düşük noktasına birkaç basamak mesafede. Avrupa kupalarında da Eylül’ü iki takımımız görebildi ve büyük ihtimalle 2015-16 sezonu Süper Lig şampiyonu, Devler Ligi’ne ön elemeyle girmeye çalışacak.
Tekrar heyecanlanmayı umduğumuz tarihi milli maç haftası öncesinde ulusal takımla ilgili en çok merak ettiğimiz sorulara yanıt aradık biz de…
İki takım aynı anda çalıştırılabilir mi?
Hiddink için aynı konu gündeme geldiğinde de şiddetle muhalefet ettim, hatta Özgener-Hiddink imza töreninde de Hollandalı’ya bu konuyu bizzat ben sordum. Kore veya Avustralya gibi futbolun anakıtaları dışında kalan ülkeler için böyle bir tercih anlaşılabilir. Ama 2000’lerde milli takımı üç, kulüpleri beş kez çeyrek final yapmış iddialı bir Avrupa ülkesi için böyle bir formül düşünülemez.
Üstelik Türkiye Milli Takımı’nın altyapı futbolcu havuzu, belki yılda 100 gün seyahat gerektiren çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Milli takım hocasının İsviçre, Hollanda, Almanya, Fransa, Belçika vs. seyahatler yapması, Mesutları Hakanları Gökhanları Erenleri küçük yaşta tanıması için bu işin tam mesaiyle yapılması şart. O yüzden ben Terim’in milli takım görevini bir “olağanüstü hal kararı” olarak kabul ediyor, 1 yılın sonunda “part-time ulusal koçluk” ihtimaline karşı çıkıyorum.
Milli kadro seçimi adaletli miydi?
Etrafımda fikir alışverişi yaptığım hemen herkes, Terim’in kadro seçimine olgunluk dönemi ruh halini yansıttığına, bu listeyle adalet duygusunu hemen herkese geçirdiğine inanıyor. Ben de… Kulüp kadrosunda derin duygular beslediği Emre-Hakan Balta-Gökhan gibi oyuncularla ilgili hislerini milli takım seçimine yansıtmaması, 6’şar FB-BJK’linin yanında 4 GS’li eklemekle yetinmesi de hakkaniyete uygundu. Yine milli takımı çoktan hak eden Salih Dursun’u seçmesi, kalan 14 takımı da izlediğini ispat etti.
Hamit’i, Hakan Balta’yı, Gökhan Zan’ı, hatta doktorları sıkıştırıp Emre Belözoğlu’nu kadroya seçmemiş olmasını ise ayrıca önemsiyorum. Bana kalırsa 2005’te bu göreve geldiğinde Alpay-Hakan-Tümer-Emre Aşık-Ergün gibi tecrübelileri seçmesinde o adamların kazanmaya alışık bir nesil olması rol oynamıştı. O grup, son 5 büyük turnuvanın üçüne gitmiş, ikisinde çeyrek final oynamış, bazıları da araya UEFA Kupası’yla Süper Kupa sıkıştırmışlardı. Almanları, Hollandalıları, İngilizleri yenmeye alışmış bir oyuncu grubuna kazanma mecburiyetiniz olan 3 maçta güvenmeniz anlaşılabilir.
Ama bugünün tecrübelileri öyle değil ki! Bir önceki nesil, yani Hamit, Emre, Servet, Tuncay, Volkan, Semih ve arkadaşları, son 5 büyük turnuvanın yalnızca birine katılabilmiş; kulüp takımlarıyla başarılı oldukları halde milli formayla kaybetmeye ve bahane üretmeye alışmış bir jenerasyon oldu maalesef. O yüzden Terim’in Emre’yi-Hamit’i vs. bu yeni nesle karıştırmaması, Selçuk’a Nuri’ye Gökhan Gönül’e liderlik fırsatı vermesi önemli.
(2004’te ilk kez milli olan) Kaleci Volkan’ı saymazsak, yeni milli takım kadrosunun saha içi oyuncuları içinde bu formayla en tecrübelisinin (2005’te milli olan) Nuri Şahin olması, değişim adına sevindirici bir detay.
Hakan Çalhanoğlu seçimi ne kadar gerekliydi?
Çok gerekliydi… Hem de çok…
Birkaç gün önce 50 milyon euroluk bir transfer gerçekleştiren Mesut’la bire bir hiç görüşmeyen, hatta “Onu Löw ne kadar oynatacak ki?” diyerek kötü bir strateji izleyen Terim’in Hakan’a değer verdiğini hissettirerek milli takıma kazandırması harika.
Hakan’ın (gazetecilerin sorusu üzerine) “Terim, benim Alman Milli Takımı’na dönmeme izin vermez” demesi, milli takım hocasıyla ilişkilerinin de göstergesi. Hakan metodu, gurbetçi oyuncularımızla Türk Milli Takımı arasında yeni bir yol demek. Sevindirici bir yol.
Peki Dünya Kupası şansımız var mı?
İkinci olabilmemiz için iki mutlak gereklilik var: Birincisi, bizim bu hafta ikide iki yapıp 19 puana ulaşma şansımızı korumamız… İkincisi de yarın Macaristan’ın Romanya’yı yenememesi. Çünkü Macarlar o maçı kazanırlarsa, Estonya-Andorra’yı da yenip 20 yapabiliyor, ikinciliği garantileyebiliyorlar.
Eğer bu iki detay gerçekleşirse, Ekim’de bizim yine ikide iki yapmamız, yani Estonya-Hollanda’yı yenmemiz; Hollandalılar’ın da Macarlar’ı mağlup etmeleri gerek. Eğer bu arada Romanya bizim dışımızdaki 3 maçını kazanırsa onları da genel averajda geçmeyi umut edeceğiz.
Eğer 19 puanla ikinci olmayı başarırsak, 9 grup ikincisi içinde en iyi sekize gireceğimiz yani play-off oynayacağımız kesin gibi.
Zor mu? Çok zor. İmkânsız mı? Değil…
NOT: Aynı soru çok yoğun bir şekilde soruluyor ama yerim yetmediği için yazamıyorum: Evet, bu yıl kulüplerimizin Avrupa’da topladığı puanlar büyük ihtimalle beşe bölünecek. Evet, büyük bir ihtimalle Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kazandığı puanlar da hanemize yazılmayacak. Çünkü 2011’de de puanlarımız beşe bölünmüş ve Trabzon’un Benfica’yla Bilbao’dan aldığı birer puanı gasp edilmişti. Bu yıl da tahminimiz bu yönde maalesef… Tabii ki hakkımızın gasp edilmemesi için AHMET ÇAKIR gibi birkaç yazar abilerimizle/arkadaşlarımızla birlikte SÜTUNLArdan mücadeleyi sürdüreceğiz, dilerim sonuç alırız.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS