Kabul edelim, bugün Belçika’da ya da Kamerun’da, Çin’de veya Kanada’da spor haberlerinde Chelsea’nin Galatasaray’ı Londra’da yendiği haberi konuşulmayacak, sıradan bir vaka olarak ancak belki altyazılarda yer bulacak. 400 milyon euroluk bir takımın, Premier Lig liderinin Galatasaray’ı Devler Ligi’nden saf dışı etmesi flaş bir haber değil. Zaten sarı-kırmızılıların en pahalı adamlarının market değeri (yaklaşık 15’er milyon euroluk Muslera, Sneijder veya Burak’ın ederi), Chelsea’nin 23 kişilik takım ortalaması gibi bir şey.
Ama bütün maçların olduğu gibi bunun da kendi içinde bir öyküsü var ve bu öykü, esasında İstanbul’da başladı. Mancini, ilk maçın o sıradışı 20 dakikasını takımının Chelsea’ye fazla saygı duymasına bağlamıştı, oysa o karanlık 20 dakikanın nedeni başkaydı: İtalyan Hoca sezonun en önemli maçında Hajrovic’le şapkadan tavşan çıkarmaya kalktı, topla oynamada 80-20, şutlarda 4-0, tabelada da 1-0’ı kalan 160 dakikada düzeltemedi. Oysa İstanbul’daki maç 1-0 bitse, Londra’da devreye 2-0 girildiğinde bile bir umut olacaktı.
Öykünün Londra ayağı da enteresandı: Maç, daha basın toplantısından itibaren bir Drogba-Chelsea kapışmasına döndü. Drogba da dakika 36’da sol çaprazdan, 40 metre mesafeden direkt kaleye vurarak Stamford Bridge’de kırmızı değil mavi formayı giyiyor olması gerektiğini hissettiğini belli etti. Artık herşey çok açık: Drogba, belli ki gelecek yıl Chelsea forması giyecek.
Eşleşmenin Londra ayağının bir başka dikkat çekici detayı, duran toplarda Galatasaray’ın şaşkınlığı idi. 42’de fişi çeken Cahill golünü imkanınız varsa lütfen tekrar tekrar izleyiniz: Chelseali 1 değil, 2 değil, 5 oyuncu bomboş. Çünkü Galatasaray, kornerde alan savunması yapmaya çalışıyor! Alan savunmasını, gerek uzun süreli birlikte oynama alışkanlığı gerektirmesi, gerekse siz hareketsiz alanınızı beklerken geriden gelen adamın daha yüksek momentumla sıçrama avantajından dolayı hemen hemen bütün dünya terk etti. Belli ki Mancini terk etmemiş! İddia ediyorum, dün Chelsea 20 korner kullansa, bunların 10’unda pozisyon üretir, 3-4’ünde de gol bulurdu.
Bir de 45’le 67 arası Melo’nun 1980’lerin sarkık liberosu modeli stoperlerin arkasına geçip savunmayı beşlemesi detayı var tabii. İlk maçtaki Hajrovic tercihi, ikinci maçta alan savunması ve Melo’nun liberoya kayması detaylarını üst üste koyunca bu turu geçmeyi hak eden tarafın Mancini değil Mourinho olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS