Marsilya’da iki ayrı devrede iki ayrı maç izledik adeta. İlk devrede oyunu yönlendiren, istediklerinin tamamını sahaya yansıtan bir Fenerbahçe vardı. Büyük maçlarda büyük oynayan Caner ilk yarının ortalarında sazı eline aldı, önce Kuyt’a harika bir pas attı. Sonra Raspentino’yu süper bir çalımla pazara yolladı. Ardından güzel iki şutla kaleyi yokladı, ikincisinde kazandırdığı korner de golü getirdi zaten. Golde sarı-lacivertliler bu sene en iyi yaptıkları işi yaptılar: Cristian-Gökhan ön direk işbirliğini Süper Lig’deki takımlar ezbere biliyorlar, ama Avrupalılar’ın bilmemesi işi kolaylaştırdı. Kasımpaşalı Adem, Trabzonlu Celutska ve Ordulu Monje kornerlerde Gökhan’a gölge markaj yapmışlardı; AEL ve Marsilya’nın böyle bir ön çalışması olmayınca milli futbolcumuz acı faturayı kesti iki maçta da…
Maçın ikinci yarısında rüzgâr yüzde yüz yön değiştirdi, 45 dakika boyunca Mandanda’yı topla oynarken göremedik. Bu zorlu anlarda hep ayakta kalan Volkan’a bir büyük teşekkür daha etmek gerek bu noktada.
Galatasaray’ın şanslı kurasından bahsetmiştim, dün gece de Fenerbahçe’nin karşısına birinci stoperi (N’Koulou), ideal üçlü orta sahası (Valbuena-Cheyrou-Kabore) ve ilk iki santrforu (Gignac’la Remy) 11’de olmayan bir Marsilya çıktı. Yine de iki başarılı temsilcimize haksızlık etmemek gerek: Yenilen iki takımdan biri İngiltere’de, biri Fransa’da şampiyonluk yarışı yapıyor. Ve temsilcilerimiz daha Aralık gelmeden Şubat’ı garantilediler Avrupa’da.
Bu iki güzel geceden sonra şunu da düşünmeden edemedim: Süper Lig’de sıra dışı bir sezon yaşanıyor, liderle onuncu arasında sadece 5 puan var. Süper Lig’de kaliteli takım sayısı fazla olunca mücadele gücü yükseliyor, bu da uluslararası yarışçılarımızın dayanıklılığını artırıyor. Sezon başında hem Trabzon’un hem de Bursa’nın pisi pisine Avrupa Ligi’nin dışında kalmasına şimdi daha çok üzülüyor insan. Bu iki takımımız da şu anda Avrupa Ligi’nde yarışıyor olsalardı, onların da bu form durumlarıyla gruptan çıkmaları mümkündü sanki…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS