Süper Lig, Avrupa’nın en pahalı yedinci ligi. Ligdeki 18 kulüp, mevcut 486 futbolcuyu renklerine katmak için ortalama 1,930 milyon euro ödemişler. Bu ortalama, beş büyük (İng-İsp-İta-Alm-Fra) artı Rusya’dan sonra bize yedinci pahalı lig unvanı kazandırıyor.
Üstelik lige gelen oyuncu kalitesi de harcanan parayla her geçen gün daha fazla paralellik gösteriyor: Şu an Süper Lig’de aktif milli futbolcu sayısı 64… Bu sayı Hollanda’da 45, Portekiz’de 49. Milli sayısı bakımından da Avrupa’da yedinciyiz ki yazın Dünya Kupası’na göndereceğimiz 40’a yakın futbolcu ile de çok konuşulacağımız kesin.
Bu durumda insan şunu düşünmeden edemiyor: 1 milyar euroya yakın (Hollanda’nın iki katı) para harcanan, 40’a yakın Dünya Kupası oyuncusu barındıran bir ligde oynanan futbolun daha kaliteli olması gerekmez miydi? Cuma gecesi Rize Şehir Stadı’nda bir başyapıt sergilendi; peki bu kadar kaliteli futbolcunun olduğu bu ligde bu başyapıttan sezonda 35-40 tane sergilenmesi gerekmez miydi? Nedir bu kadar kaliteli futbolculardan aynı kalitede oyun çıkmasını engelleyen? Nedir bu yıldızların ayaklarına pranga vuran?
Tabii ki duruma tesir eden birden fazla faktör var: Medya kalitesiz, iyiyi takdir edemiyor, kötüyü lanetleyemiyor. Yönetici kalitesi düşük, CV’leri zengin holiganlıktan öteye gidemiyor. Ama bu tali unsurlara değil esasa odaklanırsak, acı gerçekle karşılaşıyoruz: Türkiye’de antrenör standardı da hâlâ futbolcu standardının çok altında. 15 yılda 15 takım dolaşmış antrenörler hâlâ haddini bilmekten, mücadele etmekten, rakibin son 20 dakika yorulacağından ve basit gol yeme ezberlerinden öteye gidemiyor; ama garip bir şekilde 16’ncı takımda da görev almayı başarıyorlar! Yönettikleri futbolcular dünyayı dolaşmış, 5 büyük ligde top oynamış, üç dil konuşuyor. Bizim antrenörler hâlâ altı tane tercüman kullanıyor! İngilizce’yi konuşmaktan bile aciz.
Üstelik son derece de sendikal davranıyorlar: Televizyonda bir yorumcu kendilerini eleştirdiğinde mesleği kutsuyorlar; “futbolcuyla yatıp kalkan sen değilsin” ezberine sığınıp Terimcilik/Denizlicilik oynuyorlar. Tabii ki antrenörlük lisansına saygımız var; ama sen işsiz kaldığında ekrandan diğer antrenörleri eleştirebiliyorsan, demek ki bu iş sadece futbolcuyla yatıp kalkma işi değil!
Tüm spor kamuoyu, lütfen, daha fazla Rize-Antep kalitesinde maç izlemek için birleşin… Yıllık 321 milyon dolarlık ligin izleyiciye daha fazlasını vermesini bu kutsal antrenörcülük oynayanlar engellememeli. Lütfen.
***************************************************************************************
Diarra’nın pozisyonu
Salı günü gazeteden arkadaşlarım Mustafa (Anıklı) ile Levent (Kalkan) uyardılar: “Hakem hocaları Tita’nın pozisyonuna ofsayt demişler ama sence de bir gariplik yok mu?” diye… Tekrar izledik, pozisyonun FIFA Kural Kitabı’na giren yeni bir uygulamanın Süper Lig’deki ilk görüntüsü olduğunu fark ettik. Dün de Milliyet’te güzel bir analiz yaptı Levent Kalkan.
Tabii pozisyon, alanında bir ilk olduğu için kafaların karışması normaldi; bence bu ilki de konuşmalıyız-tartışmalıyız ki, bundan sonra gelecek benzerlerinde doğruyu bulabilelim.
Antalya’nın ikinci golündeki karambol içinde Tita topa vurmuştu, çizgiden Telles çıkarmıştı ve aktif alandaki Diarra tekrar topu kazanıp golü atmıştı. Diarra, Tita topa vururken aktif alanda olduğu için (ve Telles’ten dönen topta oyuna katıldığı için) eski kurala göre net ofsayt kabul ediliyordu. Ancak bu kural, bu sezon başında değişti: Eskiden eğer bir hücum oyuncusu ofsayt pozisyonundayken direkten/rakipten seken bir topla oynarsa (her halükarda, bilinç aranmaksızın) bayrak kaldırılıyordu. Şimdi o kurala bir istisna getirildi, (kaleci dışındaki bir) savunma oyuncusundan dönen topta savunmacı bilinçli olarak meşin yuvarlağa vurdu ise topu kazanan hücum oyuncusu ofsaytta kabul edilmiyor.
Söz konusu pozisyonda da Telles topa bilinçli vurduğu için Diarra ofsayt değil…
11’inci kuralda sezon başı yapılan bir diğer değişiklik de şu: Yeni kurala göre bir hücum oyuncusunun “aktif alanda” sayılması için ya topla oynaması, ya rakibin görüşünü/hareketlerini engellemesi veya top için mücadeleye girmesi gerek. Eski kuralda bu maddelere ek olarak, “rakibin dikkatini dağıtan bir jest” de ihlal kabul ediliyordu, artık edilmiyor.
Bu tarz bir pozisyon da ilk yarıda Sivas-Antalya maçında Musa’nın kafa vuruşunu Insa bacaklarının arasından kaleye bıraktığında yaşanmıştı. Insa’nın sıçraması (yani jesti) artık ofsayt olması için yeterli değildi.
Not: Her iki pozisyonun da Antalyaspor’un başına gelmesi kötü bir tesadüf! Eğer bu tesadüfler bir İstanbul büyüğünün başına gelseydi, herhalde bütün bir yıl memleketin başının etini yerlerdi değil mi!
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS