Ülke futbolunda her karşılaştığımız problemin altından onlar çıkıyor. Sporcuların, teknik adamların hatta tribünlerin bile sakin oldukları ortamda onlar aniden tansiyonu yükseltip kitleleri gerebiliyorlar. Her gün televizyonlara lüzumlu/lüzumsuz demeçler veriyor, gizli olması gereken yönetim kurulu toplantılarının içeriklerini birkaç dakikada yakın oldukları muhabirlere iletiyorlar. Uluslar arası mücadele veren kulüpleri kendi inşaatları veya çimento fabrikaları gibi yönetmeye çalışıyorlar. “Adalet istiyoruz” naralarının altında “adaletsizlik pastasından en büyük dilimi yeme” arzuları gizli…
Ortadaki futbol enkazımızın baş sorumluları onlar, kulüp yöneticileri evet, ama içinden çıkmanın zor olduğu bir paradoksla da karşı karşıyayız: Bu yöneticiler gidiyor, başkaları geliyor, lakin durum değişmiyor. Hatta daha iyi olacağını düşündüğün adamlar işleri bazen çok daha kötüye götürüyorlar. Çoğu eğitimliler, bazıları yurtdışından master dereceleri ile mezun olmuşlar. Görmüşler, geçirmişler, iyi ailelerde yetişmişler. Seçildikleri gün son derece nazikler. Ama bir süre sonra hiçbirinin diğerinden farkı kalmıyor. Tamam, bunlar kulüp yöneticisi olmasın, onlar da olmasın, şunlar da… Peki kim yönetecek bu kulüpleri?
Ben bu ülkede futbolda yaşanan gerilimin sorumluları sıralamasında sporcuları ve teknik adamları diplerde görürüm genelde… Sahada ter dökmüş ve yeşil çimler üstünde her şeyini verdiği halde kaybetmeyi bilen adamların şiddete sebep olmayacağına inanırım. Benim gözümde başrol onlarındır ve kulüp yöneticileri her lüzumsuz demeci ile onların rollerini çalmaktadır. Keşke aklı başında sporculardan bazıları, kendilerine hedef olarak teknik direktörlüğü değil de, kulüp yöneticiliğini seçseler…
Aktif futbolculuk döneminde çalışma alanı daha geniş, çünkü her kulübün 20-25 sporcuya iş verme imkanı var. Ama tüm futbolu bırakan adamlar antrenör olmaya kalktığında o 20-25 kişiden ancak 3-4 tanesine iş var, çünkü bir kulübün konuşlandırabileceği teknik adam sayısı bu…
Sevgili Yiğiter Uluğ, Feyyaz Uçar’ın kısa yazarlık geçmişinde diğer eski futbolculardan farklı bir profil çizdiğini söylemişti geçenlerde… Feyyaz’ın “Biri gelmiş, Briegel’miş” başlıklı yazısını da unutamadığını eklemişti onun değerini anlatırken… Gerçekten Feyyaz’ın 4-4-2’ye verdiği röportajdaki anekdotlar da muazzam: “Beşiktaş’ta problemler üçüncü sayfadan birinci sayfaya geçme hedefi ile başladı”, “Gençleşen takımın borcu artmaz” ve “Kulübü kendisine borçlandıran başkan istemiyorum” sözleri nokta atışı, tam isabet bana göre…
Feyyaz gibi birçok eski sporcu var bu ülkede, değme kulüp yöneticisine taş çıkartacak… Sayın Terim de söylemişti bir sohbetinde, “keşke bizim jenerasyonda bütün arkadaşlarımız teknik direktör olmasaydı, bazıları da kulüp yöneticiliğine soyunsaydı” diye… Bu sözler bugünün futbolcularına yol göstermeli. Futbolu bıraktıktan sonra çok azınız teknik direktör olabileceksiniz. Akademilere, özel kurslara gitmeye çalışıp, spor yöneticiliği konusunda kendinizi geliştirin. Doğru yönetilmediğinizin farkında iseniz, yönetmeye talip olun. Sizin yaşadığınız problemlerin çözümü yine sizin içinizde… Bilesiniz.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS