Blazevic’in futbolculuğunu kimse hatırlamıyor, Fatih Terim’se Galatasaray’ın efsane kaptanları arasındaki yerini almış. Tabii ki o milli takıma da hiç girememiş, Türk meslektaşı 51 kez ulusal formayı taşırken… Terim’in sert mizacına karşılık, o, şakacı ve hazırcevap olarak tanınıyor.
İsviçre’de, Bosna’da ve Hırvatistan’da sıradan sayılabilecek bir sürü takımda başarısız olmuş, işsiz kaldığında televizyon sunuculuğu da, muhabirlik de yapmış. Televizyon reklâmlarında samuray kılıcı bile sallamış. Terim’se televizyonda/gazetede para alarak çalışmamasını bir övünç vesikası kabul etmiş.
“Prosinecki büyük futbolcu olursa diplomamı yiyeceğim” gibi bir gafı var, ama o hikaye de Terim’in Ceyhun Eriş tercihine benziyor. Milliyetçi tanınıyor, Terim-Ağar ilişkisini andıran siyasi temasları da olmuş, Hırvatistan Devlet Başkanı ile dostluğu ona D.Zagreb kulübü başkanlığını getirmiş.
Terim’in parmağı koptuğunda onun iyileşmesi için bütün kent seferber olurken, Blazevic prostat kanseriyle Avusturya’da bir sağlık enstitüsünde savaşmış… Terim ülkesinde imparator muamelesi görürken o Fransa’da tutuklanıp iki hafta hapis bile yatmış!
Ama bütün bunların sonunda bir küçük ülkeyi, küçük imkânlarıyla Dünya Kupası’nın kapısına getirmeyi de başarmış. Kaybede kaybede kazanmayı öğrenmiş bir adam Blazevic… Onun zaferi, ister istemez aklıma bir Michael Jordan aforizmasını getiriyor: “Herkes bütün bunları nasıl başardığımı soruyor, onlara gülüyorum. Hayatımda 9 binden fazla şut kaçırdım. 300’den fazla maç kaybettim. 26 kez arkadaşlarımın bana güvenip emanet ettiği son topu kötü kullanıp yenilgiye neden oldum. İşte size bütün bunları sonunda nasıl başardığımın hikâyesi…”
Blazevic, 10 Şubat 1934 (1935 veya belki de 1937) Travnik/Yugoslavya doğumlu… Hiç kimse onun doğum tarihini tam olarak bilmiyor, kendisi de o günkü ruh haline göre yaşına karar veriyor! Boşnak-Hırvat bir aileden geliyor, küçük yaşlarda evinden ayrılıp futbolculuk kariyeri yapabilmek için ülke ülke dolaşıyor. Kendi deyimiyle “vasat” sayılabilecek oyunculuk kariyerine 1968’de İsviçre’de son verip, Vevey’de antrenörlüğe başlıyor. 2 maç geçici milli takım antrenörlüğüne kadar ulaşan İsviçre macerası 1976’da son buluyor ve 80’lerde kendisini tekrar ülkesi Yugoslavya’da buluyor. 1982’de Dinamo Zagreb’in 24 yıllık şampiyonluk hasretine son verişi, antrenörlükteki ilk tepe noktası… Yani Terim’in UEFA Kupası’na ulaştığı 45’li yaşlarda o ancak ülkesinde ilk şampiyonluğunu kazanabilmiş, kariyerinin başında sayılabilecek bir hoca…
Blazevic’in kaderi, iki yıl içinde tepetakla oluyor. Önce Dinamo’dan kovuluyor, sonra da Hırvat milliyetçisi olarak tutuklanmak üzere olduğunu iddia edip ülkeyi terk ediyor. Yıllar sonra bu olayı değerlendiren tarihçiler, Blazevic’in gerçekleri söylemediğini, bunu bir kişisel propaganda malzemesi olarak kullandığını tahmin ediyorlar.
2 yıl İsviçre’de, 2 yıl Yunanistan’da, 3 yıl Yugoslavya’da çalıştıktan sonra kısa bir Nantes macerası da oluyor Blazevic’in… Ama o hikaye de Marsilya şike skandalına karışıp hapse girmesiyle neticeleniyor!
90’larda Hırvatistan’ın bağımsızlığını kazanması Blazevic’in (takma adıyla Ciro’nun) bir kez daha yeniden doğması anlamına geliyor. Devlet başkanı Tudjman’ın yakın arkadaşı olması nedeniyle daha önce iki kez bıraktığı Dinamo Zagreb’e üçüncü kez dönüyor. Ama bu kez hem başkan hem de teknik direktör olarak…
Terim’le ilk kesişme
1993-94 yıllarında Terim’le kaderleri ilk kez birleşiyor. Ciro nihayet Hırvat Milli Takımı’nın teknik direktörlüğüne ulaşırken, genç Terim de Piontek’in ardından ay-yıldızlıların patronu oluyor.
Aynı eşofmanı iki gün üste üste giymeyecek kadar özenli Terim’le, beyaz eşarbı ve karizmasıyla dikkat çeken Blazevic, milli takımlarını Euro 96’ya taşımayı başarıyorlar. İngiltere’de Blazevic’in Hırvatistan’ı, Terim’in Türkiyesini Vlaovic’in spektaküler golüyle mağlup ediyor. İkisi de milliyetçiliğiyle tanınan iki hocanın etkisindeki takımlardan sevinen Hırvatlar oluyor. Golü atan Vlaovic, “Türklere attığım bu golü dedem görseydi benimle gurur duyardı” demeyi de ihmal etmiyor.
Prosinecki-Ceyhun Eriş benzerliği
Blazevic’in Euro 96’daki çeyrek final başarısını Fransa’98 Dünya Kupası izliyor. Boban’lı Suker’li Bilic’li o kadro dünya üçüncüsü olurken, Blazevic’in 5-6 yıl önce “yıldız olursa diplomamı yiyeceğim” dediği genç Prosinecki de takımın en önemli oyuncularından biri tabii ki… Bu hikâye de ister istemez, iki gece önce Türkiye’nin ümit bağladığı Ceyhun Eriş’i zamanında G.Saray’dan gönderen hocanın Terim olmasını hatırlatıyor…
Blazevic 98’deki başarının kredisiyle 3 yıl daha milli takımın başında kalıyor ama Hırvatistan’ı Euro 2000’e götüremeyip istikametini İran’a çeviriyor.
2.G.Saray – 4.Zagreb dönemi
Terim’in ikinci Galatasaray dönemi başarısızlığı sırasında o da dördüncü Dinamo Zagreb (yeni adıyla Croatia Zagreb) sıkıntısıyla uğraşmakta. Terim, Canaydın’la ters düşerken, o da kulübün patronu Mamic’le sorun yaşayıp ayrılıyor. 2008’de Bosna’nın başına geçene kadar Mura, Varteks, Hajduk, Neuchatel ve NK Zagreb’i dolaşmış. Ve nihayet 2008’de yollar tekrar Terim’le kesişmiş…
Terim’le ikinci kesişme
Dünya Kupası 2010 elemeleri öncesi Bosna Milli Takımı kabuk değiştirmiş, 13 önemli oyuncuyla yollar ayrılmış. Elemelere 3 maçta 2 mağlubiyetle başlanmış, ama Blazevic Belçika’yı her iki maçta yenerek bu kayıpları telafi etmeyi başarmış. Blazevic, Terim’le ikinci kesişmesinde özellikle Zenica’daki maçtaki iyi oyunla bir kez daha meslektaşını alt etmiş…
Şimdi savaş sonrası yaralarını sarma uğraşındaki Bosna-Hersek, tarihinde ilk kez bir büyük turnuvanın eşiğinde… Ve 72 (ya da 75) yaşındaki gururlu Blazevic, prostat kanserini bile yendikten sonra dünyada yenemeyeceği hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Bizim de kalbimiz Afrika yolunda kardeş Bosna ile atıyor…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS