Fatih Terim Türk futbolunun kaderini değiştirdi, ay-yıldıza kazanma tutkusu aşıladı; Hiddink’se şimdi o tutkuyu ehilleştirme çabasında. Elemelerdeki ilk 4 maç Hiddink’in felsefesiyle ilgili kısıtlı veriler sunmuştu ama Türkiye-Avusturya döneminde yaşananlar Hollandalı Hoca’nın mantalitesini biraz daha açık etti. Peki Hiddink’le Terim’in farkları ne? Terim’in hangi ak dediğine Hiddink kara diyor? İki uluslar arası değerin aynı yoğurdu yiyişleri arasında nasıl bir yöntem farkı söz konusu?
1) MEDYA İLİŞKİSİ
Terim, taşı gediğine koymanın üstadıydı… Basın toplantıları öncesi muhakkak bir ön çalışması olur, yarının manşetlerini o günden atmadan medyanın karşısına çıkmazdı. Oysa Stadyum röportajında Alp Özgen, Hiddink’e “Son olarak kamuoyuna vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?” dediğinde Hollandalı Hoca şaşırdı ve şu enteresan yanıtı verdi: “Ben mesajlar hazırlayıp veren biri değilim”
2) DERS MESELESİ
Yine Terim’in tarihi aforizmalarından birinin “Ders almam, ders veririm” olduğu mâlum… Terim harika özgeçmişine de dayanarak kamuoyunun/medyanın ona öğretecek bir şeyi olmadığını o veciz sözüyle ifade etmeyi tercih etmişti.
Hiddink’in dünyaya bakışıysa daha farklı… Türkiye’de ilk basın toplantısına Mahmut Özgener’le birlikte çıktıklarında Hiddink’in (daha hiçbir soru sorulmadan) sözlerine nasıl başladığını hiç unutamıyorum: “Biliyorum beni 20 yıl önceki berbat Fenerbahçe yönetimimden hatırlıyorsunuz. Ama hiç merak etmeyin, son 20 yılda çok şey öğrendim ve kendimi geliştirdim. Çeyrek asır önce yaptığım hataları bugün tekrarlamayacak kadar olgunlaştım. Yeni şeyler başarmak için buradayım.”
3) SAHA KENARI PERFORMANSI
Ders alma/verme meselesini bir üslup tercihi içine koyarsak aslında aynı paranteze sokabileceğimiz başka bir fark da saha kenarı tavrında yaşanıyor.
Terim, saha kenarında futbolcularla beraber maçı oynayan bir hocaydı. Daha 30’uncu dakikada futbolcu, pozisyon ya da anlayış değişikliği yapabilir; maç içinde 2 ayrı müsabaka oynayabilirdi. Rakip teknik adamla ya da hakemle diyaloga girebilir, 11 adam ne yapıyorsa (hatta ne yapmıyorsa) çizginin kenarından yapabilirdi. Bu tavır bize hem ağır İsviçre travmasını, hem de muhteşem Euro 2008 zaferini getirdi. Bu tavır olmasaydı muhtemelen ne 2005’te Avrupa’nın rezil çocuğu, ne de 2008’de geri dönüşün kralı olabilirdik.
Hiddink’se stratejisinin büyük bölümünü maç öncesi kurup tamamlayan bir hoca. Hatta bu çaresizliğini de bize şöyle ifade etti: “Eskiden saha kenarında oyuncularımı uyarmak için kendimi hırpalardım. Ama sonra fark ettim ki sesim en fazla 10 metre mesafeye ulaşıyor ve futbolcular da zaten beni duyunca o 10 metrelik bölgeyi terk ediyorlar! Artık 65 yaşındayım, ne söyleyeceksem maç öncesi söylemek durumundayım. Maçtaysa tek müdahale şansım, 3 tane oyuncu değişikliğinden ibaret”
4) SAHA İÇİ LİDER TERCİHİ
Kenarda ne kadar aktif olursa olsun, Terim, genelde saha içinde de kendisini iyi anlayan bir tecrübeli liderden faydalanırdı. 1995’te hayati İsveç maçında 31’lik Metin Tekin’i son kez liderlik yapması için 11’e koydu. 2005’te Ukrayna önünde aynı misyonu Tümer’e verdi. İbrahim Üzülmez, Hakan Şükür, Rüştü gibi birçok tecrübeliden birçok kritik müsabakada aynı metotla faydalandı.
Hiddink’se saha içinde birden fazla lider olmasını istiyor. Avusturya maçını kolay kazandığımız için belki unuttuk, ama bu müsabaka Hollandalı Hoca’nın sonu olabilecek kadar hayatiydi. Hiddink böyle kritik bir maçta dahi kadroya tecrübeli davet etmedi, 24 kişinin tamamını 30 yaş altı oyunculardan seçti. İlk 11’inde de “1985 ve üstü doğumlu” yedi oyuncuya yer verdi.
5) GENÇ YETENEK AVCILIĞI
Gerçi Terim de yetenek avcılığını çok sever, hatta 17 yaşındaki bir çocuğu bile (Ekim 2008’de Batuhan’ı) kritik Bosna maçında 11’de başlatacak kadar adrenalin yüklüdür. Hiddink’se takımı gençleştirme derdine sahiptir, ama herkesin kadroya girme/18’e dahil olma/sahaya çıkma prosesinden kusursuz geçmesini ister. 20 yaşındaki Cenk’e de çok güvenmesine rağmen bu süreci eksiksiz yaşaması için onu Avusturya önünde kulübede oturtmayı tercih etti.
6) OYUNCU-HOCA MESAFESİ
Ekim 2008’de Bosna maçı öncesi Terim Batuhan’ı kadroya davet ederken onu 11’de oynatmayı kafasına koymuştu. Ama Terim’i kamp yaptıkları otelde ziyaret ettiğimiz sırada daha Batuhan’la kişisel olarak tanışmamıştı bile! Ona “Batuhan’ın hocalarına saygıyla ilgili bir sorunu yok mu?” diye sorduğumuzda cevabı aşağı yukarı şöyleydi: “Zannetmiyorum. İşte orada havuzun kenarında oturuyor. Birazdan tanışınca saygılı olup olmadığını göreceğiz!”
Terim, bu hoca-oyuncu mesafesini koruma adına Avrupa doğumlu oyuncularla da milli takım kamplarına gelmeden tanışmayı tercih etmedi. Sonuç olarak Mesut (kişisel olarak hiç tanışmadığı Terim’in takımı yerine) kendisine planlarını anlatan Löw’ün takımını tercih etti. Serdar Taşçı, Gökhan İnler ve Eren Derdiyok da iletişim kazası yaşayan yıldızlardan.
Hiddink’inse tercihi daha farklı… Bize “16 yaş üstü Türkiye Milli Takımı potansiyeli olan bütün oyuncularla görüşüyoruz” dediğinde hemen şunu sordum ister istemez: “Bizzat siz mi görüşüyorsunuz? Yoksa ekibiniz mi?”…
Hiddink’in cevabı, “Bizzat görüşüyorum” oldu: “Onlara gerçek düşüncelerimi bire bir söylüyorum. Ümit ya da A2 milli takımında neden oynamaları gerektiğini, bu ekiplerin bize ne ifade ettiğini anlatıyorum. Şu ana kadar da yüzde yüze yakın olumlu yanıt aldım”
7) KONSANTRASYON AYARI
İki hoca arasındaki final (ve belki de en kritik) farksa Arda’nın gol sonrası hiç kimseye yaptığı(!) garip jestten sonra ortaya çıktı.
Terim özellikle son yıllarda bir gazetecinin en küçük aşırılığını bütün medyaya mâl edip, genelde o krizden oyuncularına ekstra motivasyon sağlamayı tercih etti.
Hiddink’in böyle bir yöntemi benimsemediği, Arda’nın hareketiyle ilgili yorumundan anlaşılıyordu: “Arda’nın sadece arkadaşlarıyla sevindiğini gördüm. O hareketi nereye yaptığını bilmiyorum, çünkü ben zaten medya tribününün yerini de bilmem, merak da etmem”
Bütün sporcuların/bütün antrenörlerin sadece işine konsantre olup, medya tribününün yerini merak etmediği bir Türkiye umuduyla. Mutlu pazarlar…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS