Hiddink’in İstanbul’daki arkadaşları kimler, Türkçe’yle arası nasıl, gazeteleri okuyor mu bilemiyorum… Ama eğer bir şeyler okuyorsa, ekrana göz ucuyla bakıyorsa bizim ondan ne istediğimiz / ne istemediğimizle ilgili yanlış kanılara sahip olabileceğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Ekol istemiyoruz
En popüler meseleyle başlayalım, kamuoyundaki genel kanının aksine biz Hiddink’ten Türk futboluna bir “ekol nakli” yapmasını filan beklemiyoruz. Çünkü sadece 15 yıl önce uluslararası futbol haritasına katılmış olmamıza rağmen bizim kendimize özgü bir stilimiz, (haydi şuna ekol diyelim), hatta bir ekolümüz var: Cristiano Ronaldo, Euro 2008’de bizim oyunumuzu, “Sert, mücadeleci, vazgeçmeyen bir stiliniz var” diye tanımlamıştı. Yine aynı günlerde Avrupa’nın üst düzey gazetelerinde “Türkler otobüse binmeden maç kazanılmış sayılmaz” lafı popüler oldu. Salı gecesi de Kadıköy’de bir kez daha gösterdik, gerçekten de bu çocuklar otobüse binmeden maç bitmiş sayılmıyor.
İngilizler, Almanlar, İtalyanlar gibi yüz yıllık bir futbol geleneğinden gelmediğimize göre bizim için böyle bir stil tarifi olması bile gurur verici…
Turnuva alışkanlığımız var
Yine spor kamuoyundan yükselen gür sesler, Türk futbolunun zaman zaman büyük başarılar kazandığını, ama bir turnuva alışkanlığı olmadığını iddia ediyor. Hiddink’ten beklenen bize turnuva alışkanlığı kazandırmasıymış gibi davranılıyor.
Biz zaten iki binli yıllarla birlikte büyük turnuva oyunculuğuna soyunmuş bir ülkeyiz. 2000’den beri de düzenlenen 6 büyük şampiyonanın da üçüne katılmışız. Söz konusu 6 büyük turnuvanın hepsine katılan yalnızca 5 ülke var (İspanya, İtalya, Almanya, Fransa, Portekiz)… Hollanda, İngiltere 5, Danimarka, İsveç, Hırvatistan 4 turnuva görmüşler. Yani turnuvalara katılım konusunda Avrupa sıralamamız 11’incilik… Herkesin bildiği gibi gerek Avrupa kulüpler sıralamasında, gerek FIFA listelerinde zaten Türk futbolunun yeri hep bu basamaklarda seyrediyor. Yani büyük turnuvalara katılım konusunda bir olağanüstülük söz konusu değil.
Üstelik bu 6 büyük turnuvada 3 kez son sekiz gördük. Bu alanda da 4’er kez çeyrek finale kalan Portekiz, Hollanda, İspanya ve Almanya’yı takip ediyoruz.
Yani Hiddink aslında turnuva alışkanlığı olmayan istikrarsız bir milli takımın başına geçmedi. Aksine büyük turnuvalara en az kendi sınıfındaki rakipleri (Rusya, Belçika, İsviçre, Çek Cumhuriyeti vs.) kadar giden, üstelik finallerde onlardan daha da başarılı olan bir ulusal takımın başına geldi. Hiddink bunun bilincinde olup, hedeflerini ona göre belirlemeli…
İskelet istemiyoruz
Terim’in son günlerinde kamuoyunda oluşan bir başka ortak algı da ulusal kadronun bir iskeleti olmadığı yönündeydi. Yeni hoca dönemindeki iki maç bu algının da yanlışlığını ortaya koydu, göreve hangi teknik adam gelirse gelsin (eğer sağlıklılarsa) Volkan, Gökhan, Servet, Hakan, Hamit, Emre, Arda, Tuncay iskeletini bozmayacaktı. Yani biz aslında ekolü olan, iskeleti olan, turnuva alışkanlığı olan bir futbol ülkesiyiz… Sahip olduğumuz şeyler aslında yokmuş gibi davranmak anlamsız. O yüzden Hiddink’ten istediklerimiz de başka şeyler olmalı…
2014 kadrosu istiyoruz
2012 elemelerinde bu iskelet kadro, bizi finallere taşıyabilecek niteliğe sahip gibi gözüküyor. Ama 2014 Dünya Kupası’nda Hamit, Tuncay, Halil 32, Volkan, Servet, Toraman, Gökhan Zan 33, Emre 34, Nihat 35, Aurelio ve Ömer 37 yaşlarında olacaklar. Ve biz Euro 2012 sonrası mücadele edecek alternatifli kadronun oluştuğu konusunda endişeler taşıyoruz.
5 büyük takım zaten herkesin gözü önünde ve oradan gelecek oyuncuları belirlemek çok zor değil. Ama Hiddink’in Anadolu takımlarından, Almanya’dan, Hollanda’dan, Fransa’dan 2014 takımımıza yeni oyuncular kazandırmasını bekliyoruz. Bu elemelerde Almanya formasıyla Mesut ve Serdar’la, Avusturya formasıyla Veli, Yasin ve Ümit’le karşılaşacağız. 2014 elemelerinde rakip formayla karşılaştığımız yetenekli Türk sayısının, bizim formalı yeteneklilerden fazla olmamasını umut ediyoruz. Hiddink’in belli ki bugüne kadar vakti olmadı, ama önümüzdeki 1 ay içinde onu Bursa, Antalya, Paris, Valencia, Nürnberg tribünlerinde sıkça görmek istiyoruz.
Duran top konusundan sıkıldık
Kazakistan’ın stoperi Silitskiy duran toptan iki pozisyon yakalayıp atamamıştı, Belçika’nın stoperi Van Buyten attı. Şimdi hepimiz Almanya’nın stoperleri Mertesacker’le Badstuber de atacak mı diye düşünmeye başladık! Herhalde Hiddink de önümüzdeki 1 ay boyunca bu konuyu düşünecektir. Bu meseleyi Antalya’da Mehmet Özdilek aşabildiyse, Hiddink’in de çözüme dair birtakım adımlar atmasını beklememiz normal.
Tabii ki duran toptan gol yiyeceğiz, Fransa’nın da 2010 elemelerinde kalesinde gördüğü ilk 5 sayıdan 4’ü duran toptandı. Ama her maçta göz göre göre aynı senaryoyu izlemek de bu çağda biraz ilkel duruyor. Artık Mehmet Hoca’nın yaptığı gibi forvetlerimizi ileride bırakıp onların da stoperlerini getirememesini mi sağlayacağız, yoksa Rıdvan Hoca’nın önerdiği alan savunmasını mı yapacağız bilemiyoruz… Ama artık acilen bir şeyler yapmamız lazım.
Son söz
Ekolümüz var. Takım iskeletimiz var. Turnuva alışkanlığımız, hatta çeyrek final alışkanlığımız var. Global futbol masasının iyi oyuncularından biriyiz, Kore’den Avustralya’dan filan çok ilerideyiz.
Sadece birtakım kronikleşmiş yaralarımız var. Bunların çözülmesi için de çalışkan bir ustaya ihtiyaç duyduk, Hiddink’i göreve getirdik. O ustanın sık sık ümit milli takımı, bazen Antepspor’u / Manisaspor’u, ara ara da Paris Saint Germain’i, Valencia’yı, Frankfurt’u izlemesi gerek. Süper Lig’deki meslektaşlarıyla, oyuncularıyla bolca görüşmesi, konuşması, fikir alışverişinde bulunması gerek. İlgisizlikten kangren olmaya yüz tutmuş ufak yaralarımızı teşhis etmesi, yavaş yavaş da tedaviye koyulması gerek. Hepsi bu.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS