Efsanevi bir futbolcu, sıra dışı bir teknik adam olan Jean Tigana’nın Beşiktaş’ta yaşadığı en büyük problem, “yarışmacı” yönünün “eğitimci” tarafının çok gerisinde kalmasıydı. Serdar Kurtuluş, Burak Yılmaz gibi gençlerden olağanüstü verimler alıyordu, ama İstanbullu yöneticilerin tek derdi kupalar kazanmaktı.
Chelsea’de Mourinho döneminin bitmesinde rol oynayan önemli unsursa Portekizli’nin kafayı sadece yarışmaya takmış olmasıydı. Londra ekibinin geleceğini kurmaya çalışmadığı için mağlubiyetlerde bir bahanesi yoktu, sahada 18-19 yaşında gençler dolaşmıyordu. Tek derdi yarışmak olunca, yarışmada geriye düştüğü anda Londra’yı terk etmek zorunda kaldı.
Hiddink’in de Türkiye günlerini Avustralya ya da Kore görevinden ayıracak en önemli fark galiba bu olacak. Biz hem Hiddink’ten eksik futbol mantalitemize dair birtakım nokta atışı tespitler ve müdahaleler yapmasını bekliyoruz, hem de yarın gece 23:00’te Kadıköy’de puan kaybedilmesi ihtimaline karşılık haince pusudayız. 20 yıl önce Fenerbahçe’de çalıştığı günlerle ilgili Hiddink’in Newsweek’e söyledikleri etkileyici: “Muhteşemdi. Dört adayı gören bir manzaram vardı. Ama yalnızdım!”
Sevgili Guus, yirmi yıl sonra Türkiye’de çok fazla bir şey değişmedi, “Yine yalnızsın”. Ve bu yalnızlıktan kurtulmak, biraz da senin elinde…
Kore günleri
Hiddink’in ulusal takım çalıştırma konusunda kariyerinin zirve yaptığı Kore’de durum Türkiye’den biraz farklıydı. Asya futbolunun büyüklerinden Kore’nin gruplardan çıkmakla ilgili bir problemi yoktu. Yalnızca Dünya Kupası’nda artık tek bir galibiyet almak istiyorlardı. Bunun için de Hiddink’in çokça zamanı vardı, yapması gereken sadece oyunculara özgür davranmayı öğretmekti: “Futbolcular, sosyalizmin -ben sadece görevimi yaparım- mantığına uygun davranıyorlardı, risk almıyorlardı. Kimsenin kendilerine bağırmasını istemediklerinden hata yapmamak için, yana/arkaya/sadece birbirlerinin ayağına pas atıyorlardı. Hoca onların gerginliğini bertaraf etti, idmanlarda eğlenmelerini sağladı. Böylece paslar da ileriye doğru gitmeye başladı. Yazar Mare Bennets, Hiddink’in adeta futbolcuların içindeki Leninizm’i çıkardığını söylüyor”
Bu müdahale, Kore’nin Dünya Kupası’nda bir galibiyet almasına yetti ve arttı bile…
Avustralya günleri
Hollandalı futbol fenomeninin Avustralya dönemi de Kore’yle benzerlikler taşıyordu, onların da Okyanusya eleme grubu maçları hazırlık müsabakaları hüviyetindeydi. Hiddink’in orada da vakti vardı ve çözmesi gereken yine mental bir meseleydi. Simon Kuper’in Hiddink’le yaptığı röportaja göre Avustralyalılar’ın sarf ettiği emekle oyun zekâsı arasında denge yoktu. İnsanlar güçlerinin tamamını sergiliyorlar, ama taktik disiplini atlıyorlardı. Oysa bazen yapabildiğinizden daha azını yapmayı öğrenmeniz gerekiyordu…
Hiddink Avustralyalılara gerektiğinde kapasitelerinin tepe noktasından daha azını yapabilmeyi öğretti. Bu öğreti, onların da 2006’da ikinci tura çıkmalarına yetti.
Türkiye günleri
Hiddink’in Türkiye’yle başarılı olabilmek için Kore ve Avustralya’ya göre daha fazlasına ihtiyacı var. Avrupa elemeleri, Asya ve Okyanusya elemelerinden çok daha çetin (Zaten Hiddink bunu Rusya’yla yaşadığı 2010 serüveninden de gayet iyi biliyor). Türkiye son 8 büyük turnuvanın dördüne katıldı, üçünde son sekize kaldı. Dolayısıyla bu elemeleri değişim/dönüşüme ayrılalım, 2014’ü hedefleyelim deme gibi bir lüksümüz de yok. Fikstürün de azizliği, ilk 3 resmi maçımızdan ikisi gruptaki kaderimizi tayin edecek nitelikte. Dolayısıyla Hiddink’in süratle tekrar kazanan bir takım üretmesi icap ediyor. Hollandalı’nın bu sürati yakalayabilmesi için de Türkiye’de 20 yıl önceki gibi yalnız olmaması, çok hızlı bir biçimde Süper Lig’deki meslektaşlarından kendine arkadaşlar edinmesi gerekirdi.
Ben şu ana kadar Hiddink tarafından böyle bir sinyal almadım. Attila Ağbi (Gökçe), Hiddink’in henüz aynı çatı altında çalıştığı Yanal’la bile tanışıklığı olmadığını yazdı. Kadro seçimine (ve Sabri polemiğine) bakılırsa vatandaşı Rijkaard’la da çok fazla bir şey paylaşmıyorlar.
Oysa ben birkaç ay içinde önemli maçlar oynayacak Hiddink’i Paris’te Mevlüt’ün, Valencia’da Mehmet Topal’ın, Trabzon’da Ceyhun’un hocasıyla konuşurken göreceğimi umut ediyordum. Sadri Şener’in Lig TV’ye söylediğine göre ülkenin en formda ekibi Trabzon’un maçlarını bile ulusal takım adına yalnızca Şenol Hoca takip ediyormuş…
Ligdeki 18 takım içinde duran top konusunda en büyük işleri başaran, geçen yılın duran toptan en fazla gol atan takımını yapan, üstelik kalesinde de çok fazla gol görmeyen Mehmet Özdilek’le Guus’un Antalya’da bir yemek yiyeceklerini hayal etmiştim mesela. Mehmet Hoca’nın rakip kornerler sırasında 3 forvet oyuncusunu geriye getirmemesi, böylece rakibin de onları 4 savunmacıyla beklemek zorunda kalması Hiddink’in/Oğuz Çetin’in ilgisini çekmiştir diye düşünüyordum.
Belli ki çekmemiş…
Belçika’yı konuk ettikten sonra Almanya maçına kadar bir ayı aşkın bir vaktimiz var. Bu bir ay içinde Hiddink’i Almanya’da yeni sivrilen gurbetçi oyuncuları, Parisli Mevlüt’ü, Bursalı Volkan’ı, Antepli Murat’ı, hatta Denizlisporlu Ahmet Cebe’yi tribünde izlerken görmeyi umut ediyorum. Bu oyuncuların hiçbirini Almanya kadrosuna almayabilir, buna kesinlikle saygı duyuyoruz. Ama o oyuncuların hepsini tanıdığından, hocalarıyla konuştuğundan, son durumlarını bildiğinden emin olmak istiyoruz sadece.
Hiddink’in başarı öyküsüne bakılırsa Avustralya’ya zekâ lazımmış, Kore’ye cesaret… Bizeyse gayret lazım sevgili Guus, ha bir de adalet…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS