Cristiano Ronaldo, Euro 2008’de oynayacağımız Portekiz maçı öncesi Türkiye’yi “tutkulu, mücadeleci, yılmayan bir takım” olarak tanımlamıştı. Aynı Haziran ayı sonunda İsviçre gazeteleri de Türk milli takımından şu sözcüklerle bahsetti: “Onlar otobüse binmeden maç kazanılmış sayılmaz” . Bizle bir araya geldiği ilk andan son ana kadar beynimizde oluşturduğu imajı “bilge” sözcüğüyle özetleyebileceğimiz Hiddink de (Türkler ne kadar aksini iddia etse de) bir ekolümüz olduğunun farkında: “Futbolu herkesten fazla seviyorsunuz. Tutku ve duygu ile oynuyorsunuz. Benim derdim Türkler’i bu ruh halinden çıkarıp makine düzenine sokmak değil. Sadece duygularımızı, aşkımızı, tutkumuzu ufak bir plan dahilinde avantaja çevirmek istiyorum” .
Avusturya maç planını anlatırken de tarihi alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyeceğimize değindi Hiddink. Tamamını bu gece 22:45’te TRT Stadyum’da izleyebileceğiniz röportajda, “4-3-3 ya da 4-4-2 oynamamızın bir önemi yok. Zaten tarihsel olarak beklerimiz hep ileri çıktığı için o düzen genelde 2-5-3’e dönmüş oluyor” diye tarif etti futbol mantalitemizi…
YARIŞMACILIK
Türkiye, yeni binyılda düzenlenen 6 büyük şampiyonanın üçünde çeyrek final görmüş başarılı bir turnuva takımı (Bundan daha fazlasını sadece Portekiz başardı)… Yani Türkiye, şüphesiz Hiddink’in Kore ve Avustralya’daki maceralarından üst düzey bir sınav. Yine son 8 büyük turnuva elemesinin hepsinde katılım yarışı içinde olmuşuz; gruplarımızı 6 kez ikinci, 2 kez üçüncü bitirmişiz. Dolayısıyla Hiddink’in bize “2012’yi pas geçelim, planlarımızı 2014’e göre yapalım” deme şansı yoktu. Çünkü 15 yıldır milli takım her gün yarışmanın içinde olmuş, sahaya prestij için çıktığı maç sayısı bir elin parmaklarını geçmemiş.
TFF de Hiddink’le anlaşırken stratejisini doğru kurmuş, iki taraf da 2012 için yarışmak zorunda olduğumuzun bilincinde olarak sözleşmeye imza atmışlar. Hiddink, bu zorunluluk nedeniyle nesil değişikliği için bu elemelerin sonunu beklemeyi düşündüğünü, ama Almanya-Azerbaycan faciası sonrası dönüşüm adına sadece bir vites artırdıklarını (gemileri yakmadıklarını) söylüyor. Çünkü onun deyimiyle Azerbaycan karşısında beraberlik can sıkıcıdır, uyku uyutmaz. Mağlubiyeti tanımlayamıyor bile…
NESİL DEĞİŞİKLİĞİ
O zaman akla ister istemez şu soru geliyor: Peki bizim milli takımımızın nesil değişikliğine ihtiyacı var mıydı?
Türkiye’yi Avrupa’nın ana futbol masasına oturtan takım 1993 Akdeniz Oyunları şampiyonlarıydı. Hakan, Sergen, Ergün, Emre Aşık, Alpay, Bülent, Abdullah ve arkadaşları, yakın tarihimizin birinci nesil yıldızları kabul edilmeliler. Avrupa ve Dünya şampiyonalarında çeyrek finallerle UEFA-Süper Kupa başarıları bu çekirdeğin üstünde yükseldi. Birinci nesil yıldızlarımız, Euro’2004 Letonya travması sonrası görevlerini o günün ümit millileri ikinci nesle devrettiler: O sırada U21 düzeyinde İngiltere ve Portekiz’li grubu alt üst eden Volkan, Servet, Tuncay, Hamit-Halil, Sabri ve arkadaşları da görevlerini harika yaptılar; Euro 2008’de geri dönüşün kralları oldular.
Ama Hiddink, haklı olarak bu neslin (2010 başarısızlığına rağmen) bir turnuva daha çıkaracağını düşünüyordu. Euro 2012 sonrası 35’lik Aurelio, 33’lük Nihat, 32’lik Emre, 31’lik Volkan, Servet, Toraman, Zan, Tuncay’ın ciddi bir kısmıyla vedalaşılabilir; o güne kadar A2 milli takımında hazırlanan yeni nesil devreye sokulabilirdi.
Evdeki hesap çarşıya uymadı. Almanya-Azerbaycan travması sonrası dönüşümü hızlandırmak kaçınılmaz oldu. Nuri, Tunay, Burak, Cenk, Arda, Mehmet Ekici, Selçuk, Serdar ve Sinan’lı üçüncü nesil tahmin edilenden önce başrole soyunduruldu. Hiddink’in geçtiğimiz aylarda soyunma odasında Tuncay’a söylediği iddia edilen şu cümle aslında ikinci neslin erken vedasını da özetliyor: “Tuncay, seni kadroya tekrar çağırmam için bana tek bir sebep söyle!”
GURBETÇİLER
İkinci nesil yıldızlarımızın ulusal takımla ilişkileri ani bir kesintiye uğrayınca, üçüncü nesil Türkiye doğumlularla beraber, Avrupa doğumluların da A milli takıma geçişi hızlandı. Son günlerde hem (Vatan’dan Gökmen Özdemir’e verdiği güzel röportajla) Hamit Altıntop’un hem de Ali Güneş’in bu ivmelenme konusunda eleştirileri oldu. Ama benim kanaatim Hiddink’in fazla hızlı değil, Terim’in biraz yavaş olduğu yönünde.
Hiddink, bizi tercih etmeleri için hiçbir oyuncuyu zorlamıyor; sadece bütün Avrupa doğumlu Türk futbolcuları tanıyor/biliyor olmak istiyor. Türkiye A Milli Takımı’nda oynayabilecek düzeyde olduğunu düşündükleriyle bire bir tanışıyor, planlarını anlatıp fikirlerini soruyor. Ben de bu yöntemi “aşırı doz” olarak görmüyor, hatta bir gereklilik olduğunu düşünüyorum.
Mesut, Terim’le hayatında hiç karşılaşmamışken; Löw’ün stadyuma gidip onu izlemesi ve düşüncelerini paylaşması tabii ki Özil’in karar verme sürecini etkileyecektir. Aynı durum Mainzlı Lewis Holtby’nin İngiltere ya da Almanya milli takımı seçimi aşamasında da söz konusu, Arsenalli Oğuzhan’ın seçiminde de… Öyleyse Hiddink’in değerli oyuncularla bire bir görüşme yolunu benimsemesi, Löw ya da Capello’nun tercihleri kadar tabii ve anlaşılır.
Aklımdan o ihtimali geçirmek dahi istemiyorum; ama Avusturya’ya kaybetsek bile, çağdaş bilge Hiddink’i anlamaya çalışmaya devam edeceğim. Hiddink’in Avusturya maçı (ve Constantini’nin Türkiye maçı) planını anlama çabalarımsa yarın (Pazartesi günü) bu sütunda olacak.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS