Sayın Doğan’ın vefatını Grbalj-Sivasspor maçını izlerken öğrendik ve bizim de boğazımız düğümlendi doğrusu… O sıralarda acı haberi duyup arayan kardeşim, hızlı bir girişim yapılarak bu müsabakanın yarıda kesilmesini ve kederli ailesinin, sevenlerinin ve ulusunun acısının, dünya ile paylaşılmasını düşünmüş… Ama o anda büyük bir şok yaşayan federasyon yetkililerimizin herhalde aklına gelmemiştir, gelememiştir bu detay…
Ama artık bu âni ölümün ilk şoku atlatılmış, sakin ve mantıklı düşünme imkânı oluşmuşsa, dayatmacı addedilen bir yöntem ve dağ gibi önyargılarla göreve gelip, 143 gün gibi kısa bir sürede bunları unutturmuş, bizde iyi intibâlar bırakmayı başarmış bu adamın ismini ve misyonunu yaşatmanın başka metotları düşünülmeli…
Mesela ilk adım olarak, bu yılki Türkiye Kupası’nın, -ya da bundan sonrakilerin hepsinin- onun anısına düzenlenmesi… Kupanın adının, “Hasan Doğan Kupası” olarak revize edilmesi… İsviçre/Avusturya’da sevginin sembolü olmuş muhterem eşi Aysel Hanım’ın kupa finalinde orada bulunması… Hatta protokoldeki herkesin ve dahi tüm seyircilerin de o maça eşleri ve çocukları ile gelmeleri… Gol sevinçlerini herkesin eşlerine çocuklarına sarılarak yapmaları… Bu kupanın Türk futbolunda bir sevgi gününe dönüşmesi… Hoş olmaz mı?
Oyun
Önceki günden aklımda kalan ikinci konu da, merhuma son müdahaleyi bir İsviçreli doktorun yaptığı haberi… Doğan’ın 143 günlük federasyon başkanlığı dönemindeki ilk icraatı, Swissotel’deki Euro 2008 tanıtımında İsviçre Futbol Federasyonu Başkanı Ralph Zloczower’le bir araya gelip dostça bir tablo oluşturması ve şampiyonada 2005’teki hadiselerin izlerinin olmamasının altyapısını kurması idi…
Önceki gün televizyonların, Doğan’ın Bodrum’da verdiği son nefesinde yanında bir İsviçreli doktorun olduğunu duyurması, “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz”e delil hissi uyandırmıştı bende… Bir sonraki günse ajanslar, o doktorun Belçikalı olduğu düzeltmesini geçmişler ki, artık çok da önemi kalmamıştı bu küçük detayın…
Bir de Doğan’ın kalbinin, milli takımın İsviçre/Avusturya’da yaşattığı heyecana dayanmadığı sözlerini kabullenemiyorum doğrusu… Bu yapılanın bir oyun olduğunu anlamamakta ısrar ediyoruz hâlâ… Herhalde bu kısır çekişmelerimiz ve anlamsız kavgalarımızın bu “yapay oyun”a değmeyeceğini anlamamız için, bir “esas oyun” gerekiyordu bize…
O, Haşmet Babaoğlu’nun dünkü köşesindeki güzel kelimeleri kadar güzel; kahredici dedikodular, yanlış anlamalar, yanlış anlamlandırmalar, haksız öfkeler, kırıcı rekabetler dünyasında her türlü fırtınaya açık olmasına karşın kendi yolunda ilerleyen halis bir oyuncuydu…
“Esas oyuncu”nun ruhu şâd olsun, mekânı cennet olsun… Umalım ki ismi, çalışma arkadaşları tarafından yapılacak bir girişimle Türkiye Kupası ile birlikte de yaşasın…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS