Yaklaşık 1 ay önce Frankfurt’taki Eintracht- Bochum maçını izleyenler ilginç bir gole şahit oldular Waldstadion’da. Sol taç çizgisi yakınlarında bir serbest atış kazanan Bochum’un kurnaz oyuncusu Azaouagh, topu yere koyduktan sonra hakemle 1-2 kelime bir şey konuşup atışı hemen kullandı ve baraj kurmakla uğraşan kalecinin meşguliyetinden faydalanarak çok kolay bir gol kazandırdı takımına…
Maçtan sonra golle ilgili görüşleri alınan Azaouagh, hakemin kendisine barajın mesafesini ayarlamasını isteyip istemediğini sorduğunu, kendisinin de barajı beklemeyeceğini söylediğini anlattı mikrofonlara…
Yedikleri golün şaşkınlığını yaşayan rakip oyuncular herhangi bir itirazda bulunmadılar, bulunamadılar, muhtemelen onların da İngiltere Ligi’nde Henry’nin attığı benzer frikiklerden haberleri vardı…
Ama galiba Türkiye’de birileri bu frikiklerle, Henry’yle, Azaouagh’la filan pek ilgilenmiyor…
Gençlerbirliği-Galatasaray maçının ilk yarısının sonlarına doğru, önce Lincoln, sonra da Engin, kaleye şut açıları olmayan ve pas olarak kullandıkları iki serbest atışta hakem düdüğünü beklemedikleri gerekçesiyle sarı kart gördüler… Tabii mevzu sadece bu maçta gösterilen iki kart değil, her hafta böyle sayısız ihtar veriliyor bu ligde…
Şimdi burada anlayamadığımız nokta şu: Ortada öyle ciddi bir baraj yokken… İki vuruşta da zaten topun karşısında sadece birer-ikişer oyuncu varken… Ne atışı kullanan, ne de kaleci barajla ilgilenmiyorken, hakem neden oyunculardan düdüğünü beklemelerini ister? Yoksa Türkiye’de bütün serbest atışlar hakem düdüğüyle atılacak diye bir kaide mi var? Bu beklenen düdüğün oyuna nasıl bir katkısı var? Zaten yeterince yavaş olan futbol neden bir de resmi hakem eliyle daha da yavaşlatılıyor?
Türkiye’de bu biçimde çok fazla kart gösteriliyor olmasının tek bir anlamlı gerekçesi olabilir: “Hakemler gerek maçlarda, gerek seminerlerde, gerekse deli saçması televizyon programlarında sürekli aşağılandıklarını düşündükleri için, otoritelerini ispat etme adına bu enstrümanlardan faydalanıyorlar”…
Zaten otoritelerini kanıtlama güdüleri kart gösterirken yüzlerine de yansıyor hakemlerin… Oyuncunun 20 santim kadar yakınına giriyorlar, ellerini hızla daldırdıkları ceplerinden silah çıkarırcasına kartlarını çıkarıyor, kollarını semâya ulaştırma arzusu içinde, yerle 90 derecelik bir açı oluşturuyorlar… Oyuncunun kartın altında ezilmesi sağlandıktan sonra mağrur bir biçimde yerleştiriyorlar kartlarını-kalemlerini ceplerine…
Çünkü onların önüne yıllardır model olarak konulan hakemler böyle yaptı. Ali Aydın, Serdar Tatlı, şimdilerde Bünyamin Gezer… Tabii bu hakemlerin Türk futbolu üstündeki “karakol” etkisi düdüğü bırakmaları ile bitmedi, zira devre arası seminerinde konuşan hakem hocası Serdar Tatlı’nın şu sözünü manşete çıkarmıştı gazeteler: “Hayatım boyunca hiçbir futbolcu beni aşağılayamadı”…
Tek bir cümle anlatıyor aslında bütün problemi… Türkiye’de bazı hakemler oyunun içinde nerede konumlanacağını henüz çözememiş. Sporcu ile ilişkisini aşağılama/aşağılanma ekseninin dışına çıkaramamış. Sahada 26 kişinin bir oyun oynadığını ve 4 hakemin de bu oyunun eğlencesini artırması gereken parçaları olduğunu kavrayamamış.
Sahada bir oyun varsa ve siz bir oyuncu olarak buna katılamıyorsanız, eğlenceyi kaçırıp, oyunu bozuyorsunuz demektir maalesef…
http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=514247&ver=86
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS