Şili, belki turnuvanın şampiyonu olmayacak; ama bence ilk turun en iyi takımı. Her üç maçı da son derece olumlu oynadılar, her an topa sahip olmayı ve hücum varyasyonları geliştirmeyi hedeflediler. İspanya’ya karşı da planları buydu, yedikleri gole rağmen maçın içinde kalma şansları sürüyordu (hatta bence kalacaklardı). Ama gerek iki stoperin gördüğü erken iki sarı kart, gerekse Estrada’nın olağanüstü ağır bir kararla atılması planları bozdu. Yine de maçın sonuna kadar 3-3-3 düzeniyle devam edecek kadar cesur olmaları, Brezilya’ya da rahat geçit vermeyecekleri hissini doğuruyor bende.
Zaten Barcelona gibi (6 Barcelonalı’nın etrafında kurulmuş) İspanya Milli Takımı’nın da erken gol bulması halinde bir müsabakayı kaybetmesi çok zor. Bir de kadrolarında şu anda dünyanın en formda futbolcusu konumundaki Villa var. Onun bir attığı, bir attırdığı maçı da kaybetmedi İspanya doğal olarak…
Tabii maçın Meksikalı hakeminin, Torres’e bakmayan Estrada’yı atarak müsabakanın kaderine doğrudan etki ettiğini unutmamak gerek. Turnuvada özellikle Avrupa dışından gelen hakemlerin kolay kart çıkarmaları ve otorite gösterisi çabaları göze çarptı. “Seyşeller’den bile hakem var, bizden yok ağbi” görüşünün mantıksızlığını biliyoruz, muhakkak ki 6 kıtalı bir kupaya 6 kıtadan hakemler belli ölçülerle katılacaklar. Ama kupada 13 Avrupalı/8 Amerikalı takım yer alırken, 10 Avrupalı/10 Amerikalı hakem olmasında bir dengesizlik var. Bir kıtanın futbolu diğer kıtadan 13’e 8 oranında iyiyse, katılan takım sayısı da bu ölçüye göre belirleniyorsa; Avrupa’nın hakemliği de Amerika’dan o oranda iyi olmalı… Avrupalı yıldız futbolcularla bütün bir sezon boyunca beraber koşturan Avrupalı hakemlerin sayısının, o starları sadece televizyondan izleyenlerle aynı tutulması bu kaosun sebebi oldu sanki…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS