Türk spor dünyası için Doğan Koloğlu nasıl bir cetvelse, nasıl bir kılavuzsa; televizyon dünyası için de müzisyen oğlu Sina Koloğlu öyle benim için. Geçenlerde canavarlaşan, huysuzlaşan dizi endüstrisini kaleme almış: Bir bölümü ortalama 400 bine mâl olan dizilerin dörtte üçünün 2013’te çöp olmasını analiz etmiş. Bu garabeti yazdığı gün, Hajroviç’in Galatasaray’a (Grasshoppers’tan aldığı maaşın) tam sekiz misline transfer olduğunu görünce açgözlülük korelasyonunu yakalamış, bana bir mail atmış. Kişi başına milli geliri 80 bin dolarlara ulaşan ve dünyanın en müreffeh dördüncü nüfusuna sahip ülkesi İsviçre’nin 1 birim maaş verdiği bir işçiye, 11 bin dolar ortalama gelir dağıtan bir ekonomi nasıl 8 birim maaş ödeyebiliyor ki sahi?
Tabii ki bu meseleyi daha geniş bir alanda ve daha fazla veriyle/değişkenle analiz etmek gerek ama bugünkü anahtar sözcüğümüz “açgözlülüğümüz” üzerinden devam edelim… Üreten değil tüketen olduğumuz gerçeği üzerinden… Bugün güllük gülistanlık gözüken futbol ekonomimizin orta/uzun vadede sürdürülebilirliğinin tartışılırlığı üzerinden…
Haftanın bir başka garip haberi Antep’ten… Sergen Yalçın gayet başarılı olduğu kenti, futbolculara 1 yıldır ödeme yapılmadığı gerekçesiyle terk etti. Önceki yıl benzer şikayetleri Bülent Uygun’dan da duymuştuk. Oysa Antepspor’un geçen yılki puan tablosunda 12 galibiyeti, 10 beraberliği gözüküyor. Bu puanın havuz karşılığı 17 milyon lira. Sezon başında 18 takıma eşit dağıtılan 11’er milyonu, Spor-Toto, Ziraat, İddaa’dan gelen sabitleri eklediğinizde, hiç hasılat yapmasanız, hiç forma satmasanız kasanıza ortalama 40-45 milyon lira girmiş olması gerek. Antep’in 25 kişilik futbolcu kadrosuna bu maaşları ödeyememesinin nedeni nedir Allah aşkına? Ülke futbolu, spordan gelen gelirlerin bütünüyle spora harcandığını teyit edebileceğimiz şeffaflığa ne zaman ulaşacak? Bu işte bir gariplik yok mu sizce de?
Tabii ki mesele yalnızca Sergen’in meselesi değil… Mesele yalnızca Antep’in meselesi de değil… Bu öyküyü biz yılardır onlarca defa okuduk; başrolde kâh Kocaeli, kâh Sakarya, kâh Antep vardı. Ama netice değişmedi: Holding olmuş futbol, hâlâ bakkaliye kurallarıyla ve zihniyetiyle yönetiliyor. Meşhur spor kulüpleri yasası, kulüpleri derneklik korunağından çıkaracak yasa hâlâ rafta duruyor. Olan da Sergen’e, olan da Bekir’e, olan da Cenk’e oluyor işte…
++++++++++++
Arda Turan
“Ben olmamda bizin katkısının farkında olduğum için, bu ödülü de bizim adımıza ben alıyorum”…
Yukarıdaki melodik sözcükler Arda Turan’a ait. Arda, salı akşamı Swissotel’de düzenlenen ve Lig TV’den canlı yayınlanan Milliyet’in görkemli ödül törenine Atletico Madrid Sportif Direktörü Caminero ile katıldı. Ödülünü alırken de sempatik olduğu kadar akıllı laflar etti sahnede. Altını özellikle çizdiği nokta şuydu: “Futbol bir takım sporu. Bireysel alınan ödüller bile aslında takıma gösterilen bir teveccüh. Takımın orda olmasının nedeni ne kadar bensem, benim orda olmamın nedeni de takımım” dedi genç oyuncu. FIFA Altın Top Ödüllerinde kürsüye Neuer’i-Lahm’ı layık görmeyen uluslararası spor camiasıyla da tezat düştüğünü gösterdi bence bu bakış açısıyla. Doğrusu ben de Arda’yla aynı fikirdeyim. Ve kendini bu kadar güzel sözcüklerle ifade eden milli takım kaptanımızla da bir kez daha gurur duydum.
Objektif olduğuma emin olabilirsiniz; Türkiye’de spor alanında şimdiye kadar düzenlenmiş en iyi ödül gecesiydi Salı akşamki… Gecenin yıldızlarının Vakıfbank Bayan Voleybol Takımı* olması da ayrıca sevindiriciydi ama bence dâhi koçları Guidetti de en azından adının okunabildiği bir tören hak ediyordu! Tamam, bir yılda lig, kupa, Şampiyonlar Ligi, Avrupa Süper Kupası ve Kıtalararası Kupa kazanmış bir hocanın yılın antrenörü seçilmemesi, ülkedeki futbol egemen anlayışın bir tezahürü. Ama Milliyet gibi futbol değil spor geleneği olan gazetemize de Guidetti’yi özel olarak ödüllendirmek yakışırdı bence… Bu küçük nazar boncuğumuza rağmen gazetemin düzenleyip televizyonumun yayınladığı ödül gecesiyle gurur duyduğumu da eklemeliyim son kez…
*Not: Bu “bayan” sözcüğüyle ilgili spor kamuoyunda saygı duyduğum ama çok katılamadığım bir hassasiyet var. Lütfen klavyenize bu konuda sarılmaya zahmet etmeyin; çünkü “bay ve bayan” sözcükleri spor literatürüne bence gayet yakışıyorlar. Bir nezaket ve bir salon kültürü içeriyorlar. Uluslararası müsabakalarda “men ve women” yerine “ladies ve gentlemen” sözcüklerinin kullanılmasıyla paralel bir duyguyu taşıyorlar. Bence “kadın voleybol takımı” yerine “bayan voleybol takımı” sözcüklerini kullanmak daha zarif, daha sportmen ve daha formel…
++++++++++++
Eğlencelik
Euro’96 D Grubu’nda yer alan Türkiye’nin hocası Fatih Terim, oyuncuları Ertuğrul Sağlam, Tolunay Kafkas’la Hırvat futbolcular Prosinecki ve Biliç; Süper Lig 2013-14 sezonu başında kulüp teknik direktörleri olarak buluşmuşlardı!
Sonra Terim ve Prosinecki ayrıldı. Ama Sergen Yalçın ve Portekiz’in o günkü 15 numarası Paçiençia’nın katılımıyla ligimizdeki “Euro’96 D Grubu” etkisi azalmadan devam etti. Yine o grupta mücadele eden Portekizli Dimas, Danimarkalı Olsen, Högh, Nielsen’le Hırvat Mrmiç’in de bu ligden geçtiğini düşünürsek, o turnuvanın bizim açımızdan “özel” olma durumunun azalmadan sürdüğünü haftanın eğlencelik bilgisi olarak not edebiliriz herhalde!
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS