Bu sene 4 milli, 5 Şampiyonlar Ligi ve 14 Avrupa Ligi, toplam 23 üst düzey uluslar arası maçta ülkemizin hanesinde yalnızca 6 galibiyet yazıyor olması umut kırıcı.
Ama cumadan pazartesiye ligimizde sıra dışı maçlar oynanması, 8’inci haftada tam 8 takımın liderlik için savaşması, 8 maçta iki gol barajının aşılması ve 8 takımın mağlubiyetten geri dönmesi de bir o kadar umut verici. 16 farklı takımın 32 gol attığı, ligin birincisiyle 16’ncısı arasındaki farkı sadece 8 puana düşüren bu fantastik haftayı özel yapanlara da ayrı bir parantez açmak gerek sanırım…
8) Mutlak galibiyet arzusu
Sanırım şu anda Avrupa’nın üst düzey ligleri içindeki en çekişmeli tabloya sahibiz: 8’inci haftaya 8 takımın liderlik şansıyla girmesi nerdeyse bütün maçlarda son ana kadar galibiyet arayışını getirdi. Yalnızca dört büyükler değil Gençlerbirliği de, Antalya da, Ordu da, Kasımpaşa da mutlak galibiyet arayınca ortaya başka bir şey çıktı. Mücadeleden başka bir şey.
Bu hafta şunu gördük: Eğer Süper Lig’de bütün takımlar galibiyet hedefiyle oynarlarsa daha iyi futbol izleyebiliriz. Yani oyuncu kadroları, daha iyisini yapmaya muktedirler. Daha kaliteli bir futbol mümkün; lâkin mağlubiyet korkusu, bir puanın cazibesi bu kalitenin sergilenmesine engel oluyor. Öyleyse ne yapıp edip o bir puanın cazibesini azaltmak gerek.
Keşke galibiyete 4 puan verebilsek, bu en azından şimdilik mümkün değil. Ama beraberlik için havuzdan alınan maddi ödülü pekâlâ azaltabiliriz. Şu anda yayın havuzundan galibiyete 750 bin, beraberliğe 375 bin lira ödeme yapılıyor. Yani maddi getiri itibariyle beraberlik galibiyetin yarısına tekabül ediyor. Oysa puan getirisi itibariyle beraberlik, galibiyetin yalnızca üçte biri. Havuz dağılımının önümüzdeki yıl revize edilip, beraberliğe galibiyetin üçte birini (yani 250 bin lirayı) vermek daha doğru olmaz mı ki?
7) Fernandes karakteri
Ligin en etkili oyuncusu, 45’inci dakikada sinirlerine hakim olamayıp olağanüstü bir hata yaptı. Ama ikinci devrede yalnızca iyi paslara, iyi driplinglere, iyi şutlara değil, iyi de bir karaktere sahip olduğunu gösterdi. Maça ağırlığını koydu, hatasının bedelini fazlasıyla ödedi.
6) On numaralar
Lige bu sene terfi eden üç takım da tonla transfer yaptı ama on numaraları değişmedi: Takımlarının Süper Lig’e çıkmalarında önemli rol oynayan üç adam, Kasımpaşalı Adem Büyük, Akhisarlı Anıl Taşdemir ve Elazığlı Arif Şahin haftalar geçtikçe Süper Lig’de de varlıklarını hissettirmeye başladılar. Arif Ordu’da sakatlıktan sağlam bir dönüş yaptı, kısa sürede yeteneğini sergiledi. Yetenek küpü Anıl, Antep önünde takımının maestrosuydu. Adem’se bildiğiniz gibi: İsviçreli bilim adamları hâlâ onun o kısacık boyuyla nasıl öyle sıçradığını anlamaya çalışıyorlar!
5) Alper milli takıma
Alper’in Karabük karşısındaki solosu, sadece Eskişehir için değil, Türk futbolu için de bir kazanç. Milli takım teknik kadrosunu FB-GS-gurbetçi bağımlılığından kurtarabilecek seçenekler olduğunu gösteren bir veri.
4) Yunus Yıldırım’la 57 dakika
Salı panoramasında yazar arkadaşım Levent Kalkan onu kusursuz yönetimi nedeniyle haftanın hakemi seçmiş, çok da haklı. Zira Yıldırım, topun ortalama 45-47 dakika oyunda kaldığı bir ligde 57 dakika kemiksiz futbol oynamasını sağlayarak Cumartesi akşam ziyafetinin baş mimarı oldu.
3) Alkara transfer politikası
Sırplar’ın 2006 Avrupa Ümitler Şampiyonası kadrosu kapışılmış; Ivanovic, Krasic, Vucinic gibi büyük yıldızlar halen büyük paralarla büyük takımlarda oynuyorlar zaten. Büyüklerde tutunamayanlar içinse sıra orta sınıf takımlara gelmiş, eski Portsmouthlu, yeni Gençlerbirlikli Tosiç de bunlardan biri. Hücumdan bıkmayan sol bek Tosiç, Galatasaray maçındaki performansıyla orta sınıf takımlara transfer dersi gibiydi adeta.
2) Yılmaz Vural olgunluğu
Ordu maçından sonra “Elazığ takımına sihirli değnek mi değdi” minvalindeki soruya verdiği cevapla yılların ona çok şey kattığını gösterdi Vural Hoca: “Bizim zaten 3 beraberliğimiz vardı, yalnızca 1 puan daha aldık. Üstelik daha önceki beraberlikler F.Bahçe-Bursa gibi büyüklerden alınmış. Bülent Hoca bize iyi bir takım bıraktı, biz de geliştirmeye çalışıyoruz”
1) Güneş’i tutan adam
Rıdvan Dilmen, Karşıyaka Onur’u Fenerbahçe’ye vermediği için İzmir’deki görevinden istifa etmişti, hakkı varmış… Belli ki Rıdvan Hoca o gün milli takımın Euro’2016’daki kalecisinin Onur olacağının farkındaymış.
Kore-Japonya 2002’de Dünya Kupası’nın en iyi 11’ine Rüştü girmişti, Fransa 2016 için benim şimdiden adayım Onur Kıvrak… Herkes Almeida’nın karşı karşıya atamadığı pozisyon için Portekizli’yi suçluyor, oysa o pozisyonda kaleyi kaplayan Onur faktörünü kaçırıyor.
Kolları açık bir insanın alanı (2 metre x 2 metre) maksimum 4 metrekare olabilecekken nasıl 18 metrekarelik kaleyi kaplasın diye düşünüyorsanız, bir detayı kaçırıyorsunuz demektir. Eğer yalnızca 9 milyon kilometrekarelik alanıyla Ay, kendisinin 200 bin katı alana sahip Güneş’i kapatabiliyorsa, 11 Temmuz 2010’da tam bir Güneş Tutulması yaşandıysa, Onur da kendi alanının 5 katı büyüklüğündeki kaleyi pekâlâ kapatabilir. Mesele sadece doğru mesafede ve doğru açıda durmaktır.
Onur’un hep doğru mesafede ve doğru açıda durması umuduyla. Mutlu haftalar…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS