Türkiye’de başarılı olmuş iki temel yabancı teknik adam formülü var. Birincisi, kulübün cv’sinin çok üstünde bir kariyere sahip, sıfırdan bir takım kuracağı inancıyla Türkiye’ye gelen hoca modeli. Parreira gibi, Piontek, Beenhakker, Derwall veya (92-93’teki) Feldkamp gibi… Sanırım Türk futbolunun dünyada bugünkü konumu itibariyle, hem bu çapta hoca sayısı az, hem de kulüplerin böyle bir tercih yapması için gerçekten dibe vurmuş olmaları (pardon, dibe vurduklarını kabullenmeleri) gerekiyor.
İkinci modelse, eşit kalibrede, benzer kariyer ve cv’de, gelişmeye açık, başarıya aç hoca modeli… Yani görev süresince ne kulübün, ne hocanın gözünü dışarıda bırakmayacak, güzel kadın-güzel adam evliliği… En başarılı örneği hiç kuşkusuz Zico, bu listeye belki Milne, (UEFA Şampiyonu G.Saray’a gelen) Lucescu veya (İstanbulspor yılları itibariyle) Susiç eklenebilir. Şu anda galiba Galatasaray’ın yapması gereken de, kendi Zico’sunu bulabilmek…
Tabii bu hoca tercihini yaparken Türkiye şartları da dikkate alınacaktır. Örneğin futbolcuların kendisine “siz” değil de, “sen” diye hitap etmesini isteyen ve başarısını bu samimiyete borçlu olan Pablo Correa’yı bir Türk takımı transfer etmez. Correa, 2004’te birinci lige çıkardığı Nancy ile 2005’te Lig Kupası’nı kazanıp, UEFA’nın yolunu tuttu. Hiç transfer istemeyerek başladığı bu sezonsa, Ş.Ligi bileti peşindeler. Ama sanırım, “Bazı maçlarda hatanın kendimde olduğunu futbolcularımla paylaşıyorum” diyebilen bir hoca bu ülkedeki yönetim anlayışına biraz fazla gelecektir.
Basın toplantılarında gazetecilerle şakalaşan ve onlarla çok yakın ilişkiler kuran Ron Jans’a da sanırım İstanbul bileti almazlar! 6 senedir Groningen’de çalışan ve iki yıl üst üste bu mütevazı takımı UEFA Kupası’na taşıyan Jans, transferde de son derece başarılı, 1 milyona aldığı Luis Suarez’i Ajax’a 11 milyona verip, yerini de 19 yaşındaki Cahais’le doldurabilmiş.
Tabii Hibernian’dan Mixu Paatelainen ’i de gerek geldiği kulüp, gerekse milliyeti nedeniyle küçümseyebilirler. Premier Lig’de oynayan ilk Fin futbolcu apoletine sahip 41 yaşındaki Paatelainen, kısa teknik adamlık kariyerine de, Hibernian’la yarım sezonda yaptığı devrimi sığdırdı. Küçük Mourinho lakaplı Jacky Mathijssen de, Sint Truiden, Charleroi ve Brugge’daki başarılarına rağmen, agresif stiliyle sanırız Türkiye’deki yönetici profili ile ters düşecektir!
Avukat Bilic
Hırvatistan’ın Almanca-İtalyanca-İngilizce konuşan gitarist avukat teknik adamı Slaven Bilic de, herhalde 39 yaşında olduğu için çok genç bulunabilir bu ülkede… Üstelik de Türkiye’de eski futbolcuların hiçbiri yardımcı hocalığı beğenmezken, Bilic’in yardımcıları efsanevi yıldızlar Asanovic, Jurcevic, Prosinecki ve Mrmic… Üstelik üçü, yaşça Bilic’ten büyük!
Zeman’ın 4-3-3 sistemiyle alay ederek onu bu ülkeden kaçıranlar, Udinese’nin hocası Pasquale Marino ’yu da taktik diziliş tercihi nedeniyle sevmeyebilirler. Catania’yı Serie A’ya çıkarmış, Udinese’ye hücum futboluyla Ş.Ligi hedefi koymuş olması yetmez bizim için… Hele hele, “Quagliarella’yı ortada değil de kanatta oynatmakla hata yaptım” diyen bir hocaysa…
İspanya Ligi’ni kasıp kavuran iki adama gelince… Bilbao’yu ligde 5’inci yapan, Espanyol’u önce UEFA’da finale çıkartıp şimdi de Ş.Ligi bileti kovalayan Ernesto Valverde ’yi defansif oynatıyor diye beğenmeyiz… Huelva ile Santander’de mucizeler üreten Garcia Toral’in de Süper Lig’de çalışacak karizması yok(!)
Neyse, zaten eski köye yeni adete ne gerek… Önce, Türkiye’de eskiden çalışmış adamları birer kez daha aramalı… Lucescu’yu, Souness’ı, Götz’ü… (Hollmann’ı da unutmamalı!)… Sonra da olmazsa, yöneticiler yapmalı takımı! Zaten teknik adam dediğiniz nedir ki… Bütün iş, ilk on biri seçmek değil mi nasıl
olsa…
http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=519280
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS