Maç boyunca genellikle kontrollüydü Fenerbahçe… Aslında bu bir taktik değildi, Aragones sisteminden taviz vermemişti, son yarım saatte yine Deivid/Kazım ezberini uyguladı, Volkan genellikle topları uzun vuruşlarla oyuna sokmadı, pasla çıkmaya çalıştılar. Ama Selçuk-Emre ikilisinin yaşadığı/yaşattığı gerilim takıma yansıdı, sarı-lacivertli oyuncular grubu sürekli geriye yaslandı.
Bütün ilk yarıyı özetleyen bir 31’inci dakika var ki o pozisyonu bir kez daha izlemek gerek: Bir F.Bahçe hücumunda top, korner direği yakınından taca gidiyor. Hızla koşup topu eline alan Carlos, tacı aktaracak adam bulamıyor, zira 5 Fenerbahçeli çoktan orta yuvarlağın arkasına gerilemişler. Orta çizginin gerisindeki Galatasaraylı sayısı ise yalnızca 1: Milan Baros… Carlos tacı uzun atmaya çalışıyor, ama 6 Galatasaraylının içindeki 2 Fenerlinin topu alma ihtimali yok, ilk yarıdaki bütün cılız girişimler gibi eriyip gidiyor atak…
45 dakika boyunca gayet iyi hücum eden Galatasaray’ı yavaşlatan da yine aynı gerilim oldu. Deniz’in girişi ve merkezdeki olgun tavırları sarı-lacivertlilere sakinleştirici etki yaparken, Sabri’nin her pozisyonda gösterdiği lüzumsuz tepkiler takımının tansiyonunu ve panik halini yükseltti.
Futbolu sevmiyorum
Aslında herhangi bir Aragones-B.Korkmaz maçından da daha fazlasının çıkması zor gibi. Semih yılın en kötü maçını oynuyor, lâkin Aragones sezon boyunca yaptığı değişikliklerden başkasını düşünmüyor. Korkmaz, ilk 10 galibiyetinin hepsini 2 ve daha fazla farklı kazanmış takımını 1-0’a razı etmeye çalışıyor, ilk 21 maçında 71 gol olan sarı-kırmızılıların son 6 müsabakasında sadece 10 kez fileler havalanıyor…
Evet, gerilim futbol kalitesini düşürdü/skor ihtimalini azalttı, hafta içinde gündüz Emre’nin akşam Arda’nın boynunda olan atkı sahada olsa, maalesef herkes herkesi o atkıyla boğacak gibiydi. Ama son dakikadaki olaylar daha da karıştırdı kafamı: Ya Sabri-Lugano gibilerinin sevdiği şey futbol değil, ya da bizim sevdiğimiz şey…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS