2007-2008 sezonuydu, FBTV’de Uğur Boral’ın bir röportajına rastlamıştım… Uğur’un o günlerde Fenerbahçe tribünündeki algısı Dr.Jekyll&Mr.Hyde gibiydi; hem Sevilla performansı nedeniyle taraftarın en sevdiği, hem de attığı/atamadığı çalımlar sebebiyle aynı taraftarın en sevmediği adam olmayı aynı anda başarabiliyordu!
Uğur da (meşhur çalımları nedeniyle) tribünden yükselen uğultuların farkındaydı, bu durumu dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından birine, hocası Zico’ya danıştı. Zico’nun cevabı Uğur’u şaşırtmıştı: “Hayır, sakın çalım denemekten/çalışmaktan vazgeçme. Çalım yeteneğin, seni diğer oyunculardan ayıran özelliğin. Onun üstüne gidip geliştirmezsen sıradanlaşırsın”
Uğur Boral, Zico’yla o yıl kariyerinin en iyi dönemini geçirdi. Şampiyonlar Ligi performansıyla Diego Capel’i gölgede bıraktı. Euro 2008’e gitti, yarı finalde Almanya’ya gol attı. Herkes hâlâ Uğur’un 2008 sonrası yaşadığı dikey düşüşün nedenini anlamaya çalışıyor…
Uğur’la birlikte Euro 2008’e giden bir diğer ulusal yıldızımız Emre Belözoğlu 17’sinde Galatasaray formasını sırtına geçirmiş; Hagi dahil etrafındaki herkesi yeteneğine hayran bırakmış sıra dışı bir adam. A takıma ilk çıktığında asistler yapıyor, goller atıyorken birkaç yıl içinde oyunu evrildi, defansifleşti, daha realist ama yaratıcılıktan daha uzak bir hale dönüştü.
Terim de bunun farkındaydı, Mallorca’da oynanacak UEFA Kupası çeyrek final maçı öncesi Emre’yle konuşup ona yeteneğini hatırlattı. Kaleye yeterince gitmediğini, çok iyi becerdiği halde şut denemediğini söyledi genç oyuncusuna…
Emre 16 Mart 2000 gecesi Mallorca’da ofansif olarak hayatının en etkili maçlarından birini oynadı. Bununla yetinmeyip Franco’nun üstünden harika bir de aşırtma golü attı. Yapabildiği ama denemediği işleri o günlerde sıkça denedi, Galatasaray’ın 4 kupalı sezonuna doğrudan damga vurdu…
Belözoğlu’nun Mallorca’ya attığı o golü muhtemelen televizyondan izleyen 9 yaşındaki küçük adaşı Çolak da, Büyük Emre ile hemen hemen aynı yaşlarda benzer bir travma yaşadı Galatasaray’da… İlk resmi maçında iki gol atan Çolak’ın yeteneğinden de kimsenin şüphesi yoktu, ama o da yavaş yavaş becerisini sahaya yansıtamayan bir adama dönüşüyordu.
Herkes Emre Çolak’a yeterince şans verilmediğini söylüyor, ama bu iddia pek doğru değil sanki… Gerek Frank Rijkaard, gerek Hagi, gerekse Bülent Ünder, Emre Çolak’a fazlasıyla şans verdiler aslında. Bu Emre’ye kim olsa şans verirdi zaten. Ama Terim farklı bir şey yaptı, şanstan fazlasını verdi Emre’ye…
Belli ki bir genç oyuncuyu kazanmanın, A takıma dahil etmenin, geliştirmenin tek yolu ona forma vermek değildi… Terim, Emre Çolak’a sadece şans değil, yeteneklerini kullanma bilgisi, görgüsü ve cesareti de verdi. Emre bu sezon Galatasaray’da formayı aldığı ilk günden itibaren daha fazla dikine denemeye, hata yapsa bile ısrar etmeye başladı. Bu sezon 15 maçta bütün kariyerinde attığının 5 katı kadar şut denedi, henüz çok fazla gol kaydedememiş olsa da hâlâ cesaretle vurduğunu görüyoruz Emre’nin. Belli ki hocası Emre’ye o cesareti vermiş, o da denemekten hiç kaçmıyor rakip ayırt etmeksizin…
Uğur Boral/Zico öyküsü de aslında aynı, Burak Yılmaz/Şenol Güneş hikâyesi de… İsimler farklı ama satır aralarındaki benzerlikler çok fazla. Mesele belli ki bir genç oyuncuya sadece forma vermek değil, ona o formayla ne yapması gerektiğini öğretmek…
Emre Çolak’a kim olsa şans verirdi… Ama Terim fazlasını verdi… Galiba esas mesele de bu…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS