2016 yılı, futbol için son derece kritik bir sene oluyor galiba… Önce irili ufaklı 57 kural değişikliği girdi hayatımıza. IFAB, yüz küsür yıllık tarihinin en kapsamlı neşterini vurdu kural kitabına. Ardından Şampiyonlar Ligi için radikal değişiklikler kapımıza dayandı: Aralık’ta Milano’da toplanacak UEFA yönetim kurulunun cumartesi maçları gibi, büyük takımlara wild card (ekstra katılım hakkı) gibi önemli kararlar alması bekleniyor.
Son olarak da Dünya Kupası’nın 48 takıma çıkması gündemimizde artık… Hatta önümüzdeki hafta toplanacak FIFA İcra Kurulu, resmileştirebilir her an bu değişikliği. Şenes Erzik’in de üyesi olduğu karar alıcı konseyin, ekstra kontenjanların çoğunu Avrupa dışındaki kıtalara dağıtmasını bekliyoruz.
Tabii Dünya Kupası’nın genişlemesi, daha fazla iddiasız maç, daha farklı skorlar gibi handikaplar da getirebilir beraberinde. Önemli tehditlerden biri de, çeyrek finallere-yarı finallere kadar gidecek büyüklerin daha fazla maç yapmaları. Ve kısa sürede daha çok maç yapan sporcuların da daha fazla sakatlanma ihtimali. Malum, çok yıpratıcı bir milli maç takviminden çıktı sporcular bu ara. Ekim’deki ulusal randevularda rekor sayıda sakatlık oldu; Ramoslar, Sokratisler, Ozan Tufanlar, Sneijderlar hep sağlık problemleriyle döndüler kulüplerine.
Oyuncuların maaşlarını ödeyen kulüpler, doğal olarak ulusal takımlarda yaşanan sakatlıklardan rahatsız. İlk olarak 2004’te Fas formasıyla bir hazırlık maçında sakatlanan Abdulmajid Oulmers için FIFA’nın Charleroi kulübüne tazminat ödemesiyle başlayan süreç, şu anda kritik bir eşiğe dayanmış durumda. Kulüpler, sakatlanan oyuncuları için federasyonlardan tazminat istiyorlar. FIFA ise henüz sadece büyük turnuvaların finalleri için tazminat ödenebileceğini söylüyor kulüplere. Yirmi milyon eurolara dayanan maaşlar ödeyen kulüplerin böyle bir uygulamaya karşı daha ne kadar sessiz kalacağı muamma. Ya Neymar, Brezilya Milli Takımı’nda ciddi bir sakatlık geçirirse? Veya Gareth Bale? Arturo Vidal gibi, Griezmann gibi, Courtois gibi yüz milyon potansiyeli olan oyuncuların uzun süreli sakatlıklar geçirmeleri halinde meselenin öyle kolay kapanacağını zannetmiyorum ben artık doğrusu. FIFA’yı da, yerel federasyonları da çok zorlayacak bir konu bu.
Ben bu meselenin hallolması için basketbola öykünen bir çözüm bulunabileceğini düşünüyorum doğrusu: Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası, Copa America gibi turnuvaların elemelerinin iki ayrı 20 günde yapılıp bitmesi. Ulusal takımların her yıl bir mini turnuva yapıyormuşçasına 20 gün toplanması. Bu 20 günde 5’er maç yapması. Ve elemelerin iki ayrı beşer maçlık periyotta yapılıp tamamlanması. Böyle bir uygulamanın sadece ulusal takım sakatlıklarının azalması açısından değil, başka birçok açıdan da futbolu radikal biçimde etkileyeceği muhakkak:
1)Futbol işçileri daha çok dinlenebilirler
Futbol hiç durmuyor. Lig bitiyor, Avrupa kupaları başlıyor. Avrupa kupaları bitiyor, milli maçlar başlıyor. Baş döndürücü bir takvim var elit sporcular ve bizim gibi futbol işçileri için. Milli maç takviminin kısıtlanması, futbolcuların sezon içinde daha fazla dinlenmesi anlamına gelebilir.
2)Mini turnuvaya sponsorluk şansı doğabilir
Her bir milli maç arası, bir mini turnuva gibi. Düşünsenize, Hırvatistan-Ukrayna-Türkiye-İzlanda-Finlandiya ve Kosova 20 günlüğüne 15 maçlık bir mini turnuva oynuyorlar. Herkes beşer maçı tamamlıyor ve puan durumu çok daha kolay takip ediliyor. Sporseverlerin ilgisi 20 gün boyunca tek bir odakta. Reklamverenin de ilgisini çekebilecek bir küçük turnuva bu aslında.
3)Sakatlık sorunları azalabilir
Ulusal takımlar, kulüplerden milli oyuncularını daha az ödünç alırlar bu şekilde. Belki milli oyuncularının sadece 20 günlük maaşlarını da kulüplere ödeyerek, aradaki tazminat hususunu da kökten halletmiş olabilirler.
4)Milli takım antrenörlüğü form değiştirir
Milli takım antrenörlüğü diye ayrı bir kurum kalmaz, muhtemelen her ülke en başarılı kulüp çalıştırıcısına eşzamanlı olarak ulusal takımda da görev verme yoluna gider. Zaten artık ulusal takımlar iyi antrenör bulamıyor, şu anda dünyanın en iyi 20 teknik direktörü içinde bir tane milli takım koçu bile yok bence. En iyiler kulüplerde doğal olarak. Guardiola’nın İspanya’sıyla, Ancelotti’nin İtalya’sını; Klopp’un Almanya’sıyla Mourinho’nun Portekiz’ini izlemek istemez miydiniz sahi karşı karşıya? Ben isterdim doğrusu.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS