Her yıl İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nun 2016 buluşması vardı önceki hafta… Bizim daha çok “Davos zirvesi” olarak bildiğimiz bu yılki toplantıda ana temaysa, tüm endüstriyi sıfırdan değiştireceğine inanılan, kimilerine göre ekonomide kartların yeniden dağıtılacağı, belki de uluslararası yarışta yeni büyükler doğmasına neden olacak “Dördüncü sanayi devrimi” idi.
Malumunuz sanayinin 3 devrimi olduğuna inanılıyor bugüne dek: Buharın, elektriğin ve elektroniğin tetiklediği üç ayrı devrim. Biz ülke olarak bu 3 devrimde de çok atılgan değildik ama dördüncüsünde hâlâ çok taze fırsatlar var. Dördüncü devrimin “internet of things (her şeyin interneti)” etrafında şekilleneceği düşünülüyor. Şoförsüz arabalar, üç boyutlu yazıcılar ve birçok sektörde kullanılan otonom cihazlarla start verilmiş durumda zaten bu devrime. Sırada sadece telefonların, bilgisayarların, saatlerin, arabaların değil tüm nesnelerin internette yerini alacağı dönem var: “Her şeyin interneti” dönemi… Aracınızla eve yaklaştığınızı hisseden bahçe sensörünüzün ışıkları yakıyor olmasının bir ötesi. Yataktan kalktığınızda kahve makinenizin düğmesine basması. Bununla da yetinmeyip, haznesindeki kahvenin bitmiş olduğunu dolabınıza bildirmesi. Eğer dolabınızda da yeterli kahve yoksa, netten size kahve sipariş etmesi. Nesnelerin kendi aralarındaki iletişimiyle robotik bir hayat aslında bu.
Tabii ki bu örnek, işin çok sembolik ve nispeten önemsiz bir kısmı… Her şeyin interneti, tüm sektörleri derinden etkileyecek bir kavram. Mağazadanızda 1 haftada aynı modelden 7 kazak satıldığının raf tarafından fark edilip, yeni siparişinin verilip, bu arada daha önce kazak almış müşterilerinizin cebine bildirim yolladığı, “Geleceğe Dönüş”ten işaretler veren yeni bir dünya kuruluyor… Ya da internette kazak sayfalarını dolaştığınızı bilen bir robot zekanın mağazada size beğendiğiniz ürünleri önermesi. Son birkaç yıldır özellikle mobil cihazlarımızla internete yolladığımız veriler nedeniyle ne kadar büyük bir data havuzunun oluştuğu malum. “Big data (büyük data)”, Hürriyet’in de odaklandığı bir konu zaten. Ama şimdi o büyük datanın sağlıklı yorumlanma ve endüstriye eksiksiz katılma dönemi başlıyor. Yani evet, Orwell’in “1984”ünü iliklerimize kadar hissedeceğiz bu kez…
Büyük datanın, her şeyin internetinin, yani eğer Almanlar’ın teorisi haklıysa “dördüncü sanayi devrimi”nin her sektörü olduğu gibi sporu da derinden etkileyeceği aşikar… Üstelik basketbol gibi, tenis gibi bazı sporların, verilerle son derece paralel sonuçlar çıkardığını düşünürsek oradaki devrim daha büyük olacak. Futbol biraz daha sürprize açık, biraz daha “bağımsız değişkenler” oyunu. Ama hiç şüphesiz futbolu da yepyeni bir dönem bekliyor 21’inci yüzyılda.
Sporcuların pabuçlarına yerleştirilmiş ufak bir çiple, son 5 dakika içinde ne kadar koştuğunun, ne kadar sprint attığının, ne kadar durduğunun, nabız ortalamasının, bir açık oyuncunuzun rakip bekle mesafesinin, mesafenin açıldığı anın, ya da karşıdaki bekin yorulduğu anın anlık olarak işlenip; gerekli verinin antrenörün kulaklığına fısıldanacağı bir çağ geliyor. Oyuncu değişikliğini öneren, teması hisseden, temasın şiddetini dahi hisseden, vücuttaki acıyı ölçen çılgın bir çağ… Futbol topuna yerleştirilmiş bir çiple baraj mesafesinin lazerle çizildiği bir çağ. Antrenörlüğü de, hakemliği de temelden değişterecek bir çağ. Ve erken pozisyon alınması halinde, yeni Mourinho’nun Kore’den, yeni Collina’nın Hindistan’dan çıkmasının çok büyük sürpriz sayılmayacağı bir çağ…
İlk üç endüstriyel devrimi ıskaladık… Eğer bu devrimde inovatif düşünürsek, çabuk pozisyon alırsak hızlı büyüyebileceğiz belki de. Evet 80’li yılların filmlerinde öngörüldüğü gibi alüminyum folyolarla dolaşmıyoruz 21’inci yüzyılda. Arabalara binip uçmuyoruz henüz. Ama hayatımızın bir tık değişeceği çağın kıyısındayız bu kez. “Gelecek” geldi. Bu kez yakalarız umarım…
*****
Futbola masa hakemi girdi bile…
Bu sütunda on yıla yakındır sayıkladığımız bir başka gelişme de bu hafta resmen girdi hayatımıza… Hollanda 1. Ligi’nde iki sezondur test edilen “video asistan hakemi” uygulaması, bu hafta ilk kez bir maça entegre edildi. 28 Ocak’taki Feyenoord-Heerenveen maçıyla start verilen masa hakemi uygulamasının uzun bir videosunu izledim hayretler içinde. Size rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, çok daha az hakem hatasının olduğu bir dönem geliyor futbola.
28 Ocak gecesi Roterdam’da stadın hemen dışına bir yayın aracı konuşlandırıldı. Ve bu araçta iki hakeme maçı izleyebilecekleri monitörler ayarlandı. Hakemlerin önünde 8 monitör vardı; biri maçı canlı olarak verirken, biri 5 saniye gecikmeli olarak yayınlıyordu oyunu. Diğerleri de kritik pozisyonların farklı açılarını sundu hakemlere. 2 masa hakeminin, sadece penaltı, kart, ciddi faul gibi durumlarda yardım etmesi planlanıyor şu an. Ve gerektiğinde önlerindeki kırmızı butona basıp, anında orta hakemin kulaklığına konuşabiliyorlar.
Amerikan futbolunda var, basketbolda var, ragbide var. Futbolun da bu gelişime direnmesi imkansız artık. Bu gelişme de dördüncü sanayi devriminin bir parçası şüphesiz. Daha fazlasına bu sütunda bol bol değineceğiz önümüzdeki haftalarda.
******
Denizli’nin yardımcısı konusu
Önceki hafta bu sütunu okuyanlar hatırlayacaklar: Osmanlıspor maçı sırasında Mert Çetin’in Umut Bulut’a taktik tahtada bir şeyler anlatıyor olmasını sorgulamıştık. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum Mustafa Hoca’dan konuyla ilgili bir yanıt geldi. Çetin’in Umut’a sadece duran topta eşleşeceği adamı ve barajdaki yerini ilettiğini söyledi Denizli… Onun dışındaki teknik konularla ilgili yardımcı hocanın Taffarel olduğunu belirtti.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS