2 haftadır İngiltere Ligi’ndeki maçlarda Bobby Robson’ın nasıl anıldığını izlemişsinizdir. Maç öncesi dev skor tabelasına sör ünvanlı spor adamının kariyerini anlatan resimler yansıtılıyor, stat anonsçusu yaklaşık bir dakikada Robson’ın hayatını özetleyen bir metni okuyor. Buraya kadar her şey normal, enteresan olansa şu: bu bir dakika boyunca orta yuvarlakta toplanan sporcular ve tribünlerdeki binlerce seyirci sessizce durup beklemiyor; aksine avuçları patlayıncaya dek Robson’ı alkışlıyorlar! Arada birkaç bağıran/çağıran seyirci oluyor, ama diğerleri daha kuvvetli alkışlayarak onları bastırıyor ve gayet düzgün bir şekilde tamamlamayı başarıyorlar anma törenini.
Belki o bir dakika boyunca seyircilerin sessiz biçimde beklemelerini isteseler bunu başaramayacaklar; tribünde 60-70 bin tane farklı milletten/ kültürden/ gelir ve eğitim seviyesinden insan var. 60 bin kişiyi bir dakika boyunca susturmak da hiç kolay bir iş değil. Ama alkışlatmak, nefis bir metot… Mükemmeliyetçi değil, ama gerçekçi bir metot. Kusursuz değil, uygulanabilir bir metot.
Bizim saygı duruşlarında yaşadıklarımız mâlum. Zaten hiçbiri bir dakika sürmüyor, çoğunun son saniyeleri de bağırış/çağırışlar içinde, tezahüratlar eşliğinde bitiyor. Hatta şimdilerde saygı bunalımımız zirve yaptı, Diyarbakır’da, İstiklal Marşı ıslıklanır duruma geldi. Herkes ıslıklamıyor, hatta belki tribünlerin yüzde 90’ı bu ıslıktan rahatsız. Ama ne çare, birileri ıslıklıyor işte! O birileri, milli maçlarda rakip ülkenin ulusal marşını da ıslıklıyor şimdilerde! İstanbul gibi modern bir kente gelen Bosnalıların, Belçikalıların milli marşlarını birileri ıslıklıyor, taraftarın yüzde 90’ı utanıyor, sıkılıyor; bitişiğimizde oturan Belçikalı meslektaşımıza bu durumu açıklayamıyoruz! Geçen sene Çek Cumhuriyeti’yle oynanan ümit milli maçta bile ıslıklandı Çeklerin ulusal marşı… Nedenini anlayan beri gelsin.
O zaman eğer bu tribündeki futbolsevmezlerin içinde kendi ulusal marşı dahil hiçbir milli/manevi değere saygısı olmayanlar varsa ve siz bunları tespit edemiyorsanız; daha gerçekçi metotlar geliştirmek lazım. Belki İngilizler gibi saygı duruşlarında susmak değil alkışlamayı tercih etmeliyiz. Belki gelecek sezon artık ligde oynanan 306 maçın hepsinde milli marş söylemeyi bırakmak lazım. Milli/manevi değerlerimizi gerçekten korumak/yıpranmasını engellemek istiyorsak, böyle yılın her günü lüzumlu/lüzumsuz İstiklal Marşımızı okuyup saygısızlara fırsat vermemek, sözcüklerin de içini boşaltmamak lazım.
* * *
Daha önce de değinmiştim, ligdeki 18 takımın 7’sinin stadının adı Atatürk… Uluslararası müsabakalara ev sahipliği yapan 5 yıldızlı olimpiyat stadımıza bir gurur vesilesi olarak “Atatürk” isminin layık görülmesi harika… Tamam da, Denizli’deki stadın da adı Atatürk, Bursa’dakinin de Atatürk, Diyarbakır’dakinin de… Atatürk’ün ilke ve devrimlerini yeni nesillere aktarmanın yolu acaba hak eden/etmeyen bütün statlara/parklara/caddelere onun ismini vermekten mi geçiyor? Yoksa mesela “Atatürk” ismi, bir liyakat nişanı olarak şehrin en güzel caddesine veya (varsa) en güzel tesisine mi verilmeliydi? Bu “Atatürk Stadı” örneğini verme nedenim şu: Haftada 3-4 kez İstiklal Marşı’nı okuyoruz, ama artık otomatikleştik, okurken ağzımızdan hangi kelimeler çıktığının farkında değiliz. Atatürk Caddesi Mustafa Kemal Sokak Gazi Apartmanı’nda oturuyoruz, ama mesela Atatürk ilkelerini duraksamadan sayamaz, açıklayamayız! Muhtemelen 30 Ağustos’ta Atatürk statlarında oynanacak ve İstiklal Marşı’nın hep bir ağızdan söyleneceği 15-20 tane profesyonel futbol maçında da on binlerce insanın Zafer Bayramı’nı neden kutladığımızla ilgili maalesef bir fikri olmayacak!
O zaman kara kara düşünürüz işte, bu futbolsevmezler neden ulusal marşları ıslıklıyorlar, neden saygı duruşlarında sessiz durmuyorlar, neden her ellerine geçeni sahaya atıyorlar diye?
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS