Cumartesi akşamı Fulham-M.United maçını izleyebildiyseniz fark etmişsinizdir: Manchester’da 23 yılını dolduran ve dünyada kazanılabilecek bütün kupaları en az ikişer kez alan Alex Ferguson’un kişisel şovu gibiydi maç… Dörtlü defans oynamasına alıştığımız United sahaya (iki orta saha oyuncusu takviyeli) üçlü savunma ile çıktı. Ferguson’un tek sürprizi bu değildi; İskoç teknik adam, ilk 18’deki üç orijinal defans oyuncusundan (Evra, Fabio ve De Laet’ten) sadece birine savunmada görev verdi! İki orta saha adamı takviyeli (Fletcher-Carrick ve De Laet’li) üçlü savunma 60 dakika boyunca tel tel döküldü, Fulham sağlı sollu ataklarla United kalesini ablukaya aldı. 2 gol attılar, daha fazlasını kaçırdılar.
Ferguson 60’da Fabio’yu sokup klasik dörtlü savunmasına döndü ama iş işten çoktan geçmişti. Moralli Fulham, sahasında 3-0 kazandı maçı… Müsabaka bittiğinde Ferguson’un suratına baktım, üzgün gözükmüyordu. Mesleğinin en büyük markası olduğunun farkındaydı, 23 yıldır bilinen oyunların en iyisini yapmaktan sıkılmıştı belki de… “Bugün de yeni bir şey denedim işte” diye bağırmak istiyordu sanki… “Artık bu işin Picasso’suyum, son dönem sürreal tablolarımdan birini yaptım ve siz faniler bunu anlamadınız!” der gibiydi yüz ifadesi…
Bu yazıya neden olan da o bakıştı zaten. Nedense o ifade, bana bir yerlerden fena halde tanıdık geliyordu. Birkaç saat sonra hatırladım… O ifade, özellikle bu yıl Mustafa Denizli’nin yüzünde defalarca gördüğüm ifadenin aynısıydı!
Milat
Denizli’nin miladı Haziran 2009’un ilk günleriydi. F.Bahçe ve G.Saray lig tarihinde ilk kez el ele ilk üçün dışında kaldılar, Denizli de üç büyüklerin üçüncüsünü de şampiyon yaparak kişisel hedeflerinin tavanına ulaştı. Aslında o da hedeflerinin bittiğinin farkındaydı, bırakmak istedi. Ama Michael Jordan’ın Ekim’93’te yaptığı konuşmayı yapamadı; Phil Jackson’a “Bana başarmadığım bir şey şöyle” diyemedi.
Nihayetinde Denizli, ne Jordan’93 gibi işi bırakabilip, ne de Ferguson’99 gibi hiçbir şey başarmamış gibi sıfırdan yola devam edemediği için; ortaya Picasso’nun ağız alında, burun çenede tabloları çıktı!
Elinde bütün kariyerleri ikili oynayarak geçmiş 3 santrfor (Bobo, Nobre, Nihat) olmasına rağmen 4-3-3’ten vazgeçmedi. İlk yarıyı Nobre ve Nihat 1’er golle tamamladılar.
Göreve geldiği günden bu yana 11 transfer yapıp kadrosunu yarı yarıya yenilemiş olmasına rağmen, aldığı adamların sadece biri (Erkan Z.) kanat hücumcusu… Elindeki kanat oyuncularından da memnun olmadığı için devreyi sağ açıkta Nihat (Tello), sol açıkta Yusuf’la tamamladı. Umudunu kanat hücumcularına bağlamış bu takım, ilk yarıyı 1 kafa golüyle bitirdi.
Ekim ortasına kadar Bobo’yu sol açıkta kullandı; ilk 8 maçta 0 golü olan Brezilyalı, santrfor oynadığı son 9 haftada 6 gol attı.
Geçen yılın kahramanlarından biri olan Yusuf’a bu sezon yalnızca 2 kez oyun kurucu pozisyonunda görev verdi, çizgiye zorladı. Sadece 6 ay önce milli takımda olan Yusuf’un adı şimdi devre arası operasyonu içinde anılıyor.
Bursaspor önünde yedek kulübesinde tek bir savunma oyuncusuna (İsmail’e) yer verdi, Ferrari sakatlanınca Ekrem mecburi sağ bek, Tello sağ açık oldu. Bursa’nın son iki golü de o bölgeden üretildi.
Neticede şanslar şanssızlıklar birbirini dengeledi; Beşiktaş ilk 23 resmi maçında 9 galibiyet 8 yenilgi aldı, 20 gol atıp 20 yiyerek devreyi kapattı. Avrupa’ya veda edildi, ligde 4 rakibin altına düşüldü.
Sonuç
Şimdi karar zamanı: Eğer Denizli kendini mesleğinin Picasso’su addedip, sadece kendisinin anlayabildiği tabloları yapmaya devam ederse netice alamayabilir. Ama tersi olursa, ikinci yarıda Beşiktaş eldeki imkânlarını en efektif biçimde kullanıp sürprizsiz bir metot benimserse, özellikle Şubat’ta Avrupa’da yıpranacak rakiplerine karşı durumu dengeleyebilir. Zira devreye avantajlı bir fikstürle başlıyorlar, G.Saray’ı da iki Atletico maçı arasında ağırlıyorlar.
Yani aslında Beşiktaş’ın ikinci yarı serüveni yine Denizli’nin Picasso’yla imtihanında gizli…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS