Bizim ligimiz, orta sınıf-üst sınıf farkı açısından iyiler içinde. Son bir aya tam 4 takımın şampiyonluk umuduyla girmesi de gayet rekabetçi bir tablo. Elbette bazı genetik gerçekler var, onları da yadsımak imkânsız: Özellikle İstanbul’un 3 büyükleriyle diğerleri arasında Gençlerbirliği-Galatasaray maçı gibi maçlar hep oldu, oluyor, olacak. Mütevazı taraf iyi kapanacak, alanı iyi parselleyecek, yardımlaşacak, savaşacak. Zengin taraf kazanmak istiyorsa en az rakibi kadar istekli, tutkulu, çalışkan olmak zorunda. Gençlerbirliği muazzam bir alan parselasyonu dersi verdi zengin rakibine. Ümit Özat, başlangıçtaki 5-4-1 dizilişini bu kez hiç değiştirmedi. Sessegnon ve Manu gibi hücumcu ayaklar dahil, Jailton’un bir-iki aksaması dışında hiç kimse bloğu bozmadı. Şemaya kusursuz riayet ettiler. Aralarında neredeyse hiç boşluk bırakmadan oynadılar. Akan oyunda da Galatasaray’a hemen hemen hiç net pozisyon vermediler.
Galatasaray’sa neredeyse yüzde 80’le topla oynamasına rağmen, pozisyon üretimi konusunda kısır bir gün yaşadı. Evet, yaratıcı futbolcuları durgundu; ama şunu da göz ardı etmemek gerek, deplasmanlarda İstanbul’da olduğu kadar tutkulu oynamıyorlar.
Terim’in de değişiklik zamanlaması ve kararlarıyla takımını uyandırmakta güçlük çektiğini söyleyebiliriz:
1)Üç değişiklik, sanki önceden kurgulanmış gibi 60,70 ve 80’de yapıldı. Acaba her geçen dakika alanına daha fazla kapanan Gençlerbirliği’ne karşı daha erken değişiklikler yapılabilir miydi?
2)Savruk Rodrigues ve kırılgan Belhanda, daha erken çıkarılabilir miydi?
3)Son değişiklik hakkının Yasin değil Donk’tan yana kullanılması, Terim’in Yasin’e olan güvensizliğiyle mi ilgili? Bu değişiklik, Gençlerbirliği takımının da özgüvenini artırdı bence.
İsteksiz ve coşkusuz Galatasaray, şampiyonluk yarışında hayati bir 3 puan bıraktı Ankara’da.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS