Bu yazı Euro 2008 finali öncesinde kaleme alındığı için, siz bu satırları okurken şampiyonluk kupası Fenerbahçe’den henüz kovulmamış Aragones’in mi, yoksa yıllar önce Fenerbahçe’den (ve hatta Adanaspor’dan da) kovulmuş Löw’ün elinde mi bilmiyorum. Her iki durumda da, Türkiye’ye Euro 2008 finalisti hocayı transfer etmek önemli bir başarıdır, ama bir kez daha altını çizmeliyiz ki, esas önemli olan Türkiye’ye büyük teknik adamları omuzlara alıp getirmek değil, onları buradan omuzlara alıp gönderebilmektir…
Yine de Aragones’in Türkiye’ye gelişi, Fenerbahçe’ye 44 yıl sonra Avrupa’da çeyrek final yaşatmış Zico’nun gidişi anlamına geliyorsa, bu hiç şüphesiz bir fırsat maliyeti oluşturmuştur ve bu yazı da bu maliyetin basit bir analiz denemesidir… Aragones, İspanya’da 8 ayrı takımda 13 defa göreve gelebilmiş, 34 yıl boyunca Avrupa’nın en büyük futbol liglerinden birinde neredeyse aralıksız çalışabilmiş, son derece saygıdeğer bir hoca… İspanyol milli takım tarihinin 38 galibiyetle bu alandaki rekortmeni ve bu ülkeyi bir büyük şampiyonada finale taşımış yalnızca üçüncü teknik adam… Ama elinde dünyanın en iyi 3 kalecisinden birinin (Casillas’ın), yeryüzünün en iyi 5 savunmacısından ikisinin (Puyol ve Sergio Ramos’un), Xavi, Iniesta, Villa ve Torres’li altın bir neslin, Fabregas’ı kenarda oturtabilecek, Raul’u evinde bırakabilecek bir oyuncu listesinin olduğunu da herhalde dikkate almak gerekir.
Bu ekiple Aragones’in Dünya Kupası 2006 elemelerinde ve şampiyonadaki performansı çok üst düzey değil… Grupta Bosna, Sırbistan ve Litvanya’ya karşı 6 maçta yalnızca 1 galibiyet, ancak play-offlar neticesinde alınmış bir dünya kupası bileti… Şampiyonada Ukrayna, Arabistan ve Tunus galibiyetlerinin ardından Fransa mağlubiyetiyle gelen veda… Zayıf Tunus’a karşı da, dev Fransa’ya karşı da takımın dizilişi 4-3-3…
Dakika 60: Villa dışarı
O günlerde İspanyol basını tarafından tek bir oyun anlayışı olmakla, bir B planı üretmemekle, Raul’u kanatta oynatmanın yanlış olduğu yönünde eleştiriliyor. Ayrıca çok dikkat çekici bir biçimde David Villa’yı Dünya Kupası’ndaki 4 maçın üçünde 55-56’lı dakikalarda oyundan çıkarıyor. Hatta Villa’yı son yarım saatte oyundan alma alışkanlığını Avrupa Şampiyonası elemelerinin ilk maçında zayıf Liechtenstein’a karşı da sürdürüyor…
Euro 2008 elemelerinde peş peşe gelen K.İrlanda ve İsveç mağlubiyetleri ve Avrupa Şampiyonası’nın dışında kalma ihtimalinin ardından sürekli kavga halinde olduğu medyanın eleştirilerine kulak veriyor, dizilişini 4-4-2 olarak değiştiriyor. Ama bu kez de, zayıf rakipleri İzlanda ve Letonya önünde bile maçların özellikle son yarım saatlerinde (Villa veya Torres’i çıkarıp Iniesta’yı sokarak) tek santrfora dönmeye başlıyor.
Avrupa Şampiyonası’na sayılı günler kala yine rakamlar olumlu, yine eleştiriler üst düzeyde… Takım 16 maçtır namağlup, son 5 maçında (içinde İtalya ve Fransa da olan) 5 rakibini yenmiş. Ama medya bu 5 maçın yalnızca birinde 2 gol bulabilmiş olmanın gerekçesinin tek santrforlu düzen olduğunu iddia ediyor… “El Sabio” (Bilge adam) belli ki eleştirileri bir kez daha dikkate alıyor ve turnuvanın ilk maçında Rusya karşısına iki santrforla, Villa ve Torres’le çıkıyor… Burada bir küçük parantez açıp, her zaman çok gol bulmanın yolunun çok santrforla oynamak olmadığının altını çizmek gerek… Ama elinizde Villa ve Torres gibi olağan üstü iki santrfor varken ve bu iki harika adam birbirini kusursuz bir biçimde tamamlıyorken birini kenarda oturtmakta ısrar etmek çok anlamlı gözükmüyor… (Bu arada Aragones’in turnuvada ilk 5 maçtan yalnızca ikisini çift santrforla tamamladığını, 480 dakikanın 191’ini tek santrforla oynadığını belirtmek gerek…)
Dakika 60: Iniesta dışarı
Tabii ki her hoca kusursuz taktikler üretmek zorunda değildir, önemli olan neticeyi almaktır, Reuters yazarı Simon Baskett de, Aragones’in büyük bir taktisyen olmadığını ama bir baba şefkatiyle her oyuncudan en yüksek verimi alma konusunda uzman olduğunu söylüyor… Gerçekten de Aragones’in oyun içindeki hamlelerinin kusursuz olduğunu söylemek güç, milli takım görevi boyunca mağlup duruma düştüğü 7 resmi maçın yalnızca ikisini (iddiası az Tunus ve elenmiş Yunanistan’a karşı) çevirebilmiş. Oysa Zico, iki sezonda Fenerbahçe ile Avrupa kupalarında geriye düştüğü 8 maçta (D.Kiev, Randers, E.Frankfurt, AZ Alkmaar, iki kez CSKA, Sevilla ve Chelsea önünde) geriden gelmeyi başarmıştı…
Üstelik Aragones’in oyuncu değişiklikleri konusunda çok üretken olduğu da söylenemez, Dünya Kupası’nda Villa’ya yaptığını, bu Avrupa Şampiyonası’nda da Iniesta’ya yaptı: İlk 4 maçın dördünde birden 60’larda Iniesta’yı oyundan alıp Cazorla’yı soktu! Nihayet İtalya maçında oyundan çıkarken yüzünde ciddi bir hayal kırıklığı oluşan Iniesta, beşinci maçta Rusya önünde 90 dakikayı tamamlayabildi (İronik bir biçimde, Cazorla da bu kez oyuna girememiş oldu)…
17 yıllık futbolculuk ve 34 yıllık teknik adamlık kariyeri başarılarla dolu bir “Bilge adam”ın Raul’le, Ramoz’la, başka oyuncularla, medyayla ve hatta İspanya Futbol Federasyonu’yla sürekli tartışma halinde olması, hatta patronlarını birkaç kez istifa etmekle tehdit etmesini çok görmemek gerek… Ama iş hayatındaki 50 koca seneyi İspanya’da geçirmiş bir adamın, profesyonel olarak çalışacağı ikinci ülkenin Türkiye olması kolay bir tecrübe sayılmamalı…
Tamam İspanya’da da futbol kültürü çok soylu sayılmaz ama Türkiye bir kademe farklıdır, burası bir eski kulüp yöneticisinin yaşayan bir futbol efsanesi hakkında bir büyük gazeteye, “Tigana kim ki beni soyunma odasına sokmayacak!” diye açıkça beyanat verebildiği ve bu konuda kendini haklı addettiği bir ülkedir…
http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=887944
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS