İspanya, (Euro 2008’deki penaltılı İtalya galibiyetini de sayarsak) 20 maçtır üst üste kazanıyor ve içeride dışarıda aynı futbolu oynuyor. Top onlarda olduğunda kısa-hızlı-dönüşümlü pas trafikleriyle rakibi futboldan soğutuyorlar, keyif alarak oyun oynuyorlar ve ihtiyaçları kadar gol de atıyorlar. Ama top rakiplerinde olduğunda dünyanın en iyileri arasında değiller. Onları yenmenin yolu da onların yaptığını yapmak, topa sahip olmak, mümkün olduğu kadar pasla oyunu yönetmek. Biz de dünyada bunu yapabilecek 5-6 takımdan biriyiz, yeter ki oyunların başındaki niyetimizi, sonuna kadar taşıyabilelim.
Bu maçın ardından sadece gazetelerdeki kadrolara bakan yabancılar, İspanya’nın tek santrforlu defansif bir düzenle sahaya çıktığını düşünebilirler. Oysa tribünden gözüken tablo şu idi: Biz, Bernabeu’da çok iyi oynadığımız, rakibe ilk 45 dakika boyunca yalnızca 1 şut-1 korner şansı verdiğimiz ilk 11’imizle Ali Sami Yen’e çıktık. İspanya ise bizi sahamıza hapsettiği, neredeyse hiç pozisyon vermeden kalemize 6 şut gönderdiği ilk maçın son yarım saatindeki anlayışıyla oynadı bu kez: 3’lü orta saha (Senna, Xabi ve Xavi), 3’lü forvet (Silva/Cazorla, Torres ve Riera)…
Enteresan olansa şu; bu pas oyununda orta saha oyuncularının yıprandığını düşünen Del Bosque, aynen Aragones gibi değişiklik haklarını genelde o bölgede kullanıyor ve pas trafiğini fizik düşüşe kurban vermemeye çalışıyor. Bizse değişikliklerimizi (Tuncay, Semih, Nihat, Arda’lı) ofansif bölgede kullanıyoruz, ilk maçı önde Sabri, G.Ünal, Nihat, Ayhan dörtlüsü ile bitirdik; Sami Yen’de de son dörtlümüz Sabri, Batuhan, Tuncay, Nuri idi. Bu rotasyon iki maçta da bizim öndeki pas bağlantımızı zayıflattı, uzun vurmaya/topu havaya kaldırmaya başladık ve bu da Del Bosque’nin işine geldi. Onların 180 dakikasının, Aragones’in İspanya’sından da bir farkı yoktu ve 31 maçtır olduğu gibi yine istediklerini aldılar. Bizse iki maçta da 60’ar dakika Terim’in Türkiyesi idik, son yarım saatlerimizse maalesef B planlarına kurban gitti.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS