Yenilmek sorun değil. Fark yemek de. Futbolda galibiyet de var mağlubiyet de. 3 maç sonunda 0 puan, hatta 0 gol ile de ülkeye dönebilirsiniz. Ama koşmadan, savaşmadan, herhangi bir zihinsel ya da taktiksel çalışma belirtisi göstermeden dönmemelisiniz. Esas üzücü olan bu.
Eğer 31,5 yaş ortalamalı İtalya 120 kilometre koşarken, turnuvanın en genç takımı Türkiye 102 koşuyorsa orada sorun var işte. Ya da Şampiyonlar Ligi şampiyonu Modriç 15 top kazanırken, Selçuk sadece 5 kazanıyorsa. İspanya’nın üçüncü golünde sahadaki 11 İspanyol’dan 10’unun topla temasını sadece seyredebiliyorsanız… İspanya’dan hareketli oyunda topu kazanamamış olsanız dahi daha maçın ilk kornerinde alan savunması yapıp geriden gelen Pique’ye bomboş vurduruyorsanız, bu futbolun arkasında bir zihinsel çalışma yok demektir. İspanya daha sonra her korneri paslaşarak kullanıp organize hücum yaparken, Türkler her korneri ön direğe rakibe attı maalesef. İlk yarıdaki çaresiz görüntüye Fatih Terim’in ürettiği çözümse daha da içler acısıydı: 46’da Nuri’yi göbeğe çekip Ozan’ı (geriden tehlikeli bindiren Alba’ya çare olarak) sağa kaydırdı. Alba’nın sağdan bindirip gol attırması sadece iki dakika sürdü!
Sanırım biz hariç herkes şu gerçeğin net bir şekilde farkında: Turnuvada sahneye çıkan 24 takım içinde açık ara en kötüsü biziz. Çekler’e karşı kazanıp matematiğin yardımıyla ufak bir devam etme şansımız olması için Mehmet’in orijinal pozisyonuna, Arda-Selçuk-Gökhan gibi ruhen orada olmayanların da hak ettikleri yere, kulübeye dönmeleri gerek.
Maçın adamı
Terim, “milli takım kulübü”nü yenilere kaparken, İspanya’nın yenisi Nolito’nun formu ders gibi.
Maçın kırılma anı
Maça merkezde revizyon yapmadan, Mehmet’i ön liberoya kaydırmadan başladığımızda kırılmıştık zaten.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS