Avrupa Şampiyonaları ve Dünya Kupaları sadece birer aylık kısa organizasyonlar olmalarına rağmen derin izler bırakıyorlar global futbolun üzerinde… Meksika’86’da Carlos Bilardo’nun Arjantin’i ve Beckenbauer’ın Almanya’sı yeni model bir 3-5-2 ile el ele finale gidince belki 15 yıl etkilemişlerdi yeryüzündeki bütün ligleri. Rehhagel’in 2004’te Yunanistan’la kazandığı eşsiz zafer, hücum futbolunu tartışmaya açmış; Aragones’in Raul’süz İspanya’yla 2008’le başardığı ona harika bir antitez üretmişti. Peki Euro 2016’nın mesajı neydi dünya futboluna? Bu turnuva, 2020’lerin futbolunu nasıl etkiledi?
Genç teknik adamlar sahnede
Avrupa Şampiyonası’nda yarı finale başarıyla gelen Chris Coleman 46, finalist Didier Deschamps 47 yaşındalar. Turnuvanın bence bir numaralı antrenör performansını gösteren Antonio Conte 46, artık İzlanda’yı Söderberg’siz tek başına çalıştıracak Heimir Halgrimsson da 49’unda. Üstelik bu adamlar turnuvanın ilk 25 gününe sadece gençlik ya da motivasyon değil, taktik iz de bıraktılar. Bu yılın 4 Şampiyonlar Ligi yarı finalistinden Zidane 44, Guardiola 45, Simeone de 46 yaşındaydı. Tecrübeli ve saygıdeğer Hodgson, Terim, Del Bosque gibilerin Euro 2016’ya erken vedaları da bu tabloya eklenince yeni nesil koçlara daha erken şans verilen bir 2020’ler futbolu hiç sürpriz gözükmüyor.
2 göz yerine 4 göz
“Lagerback’ın deneyimi bize çok şey kattı” diyor İzlanda kaptanı Aaron Gunnarsson… “Halgrimsson’sa daha çok taktik-teknik çalışma ve bilgisayar adamı”… İzlanda’nın alışılmadık ikili koç sistemi, Avrupa Şampiyonası’nın en etkileyici performansını üretti. Fransa maçı öncesi basın toplantısında İzlanda’nın taktiğiyle ilgili bir soruya Halgrimsson uzun bir cevap verince, Lagerback devam ediyor: “Bu sözlere ekleyecek hiçbir şeyim yok. Konu kapanmıştır”
Yarı zamanlı diş hekimliği yapan Halgrimsson’un, uluslararası tecrübeye sahip Lagerback’la muazzam işbirliği, “sahayı iki göz yerine dört göz izlese ne olurdu” sorusunu da akla getiriyor ister istemez. Ve 2020’ler futbolu için bir ipucu veriyor sanki. Bence artık daha fazla ikili koç sistemi uygulayan takım kapıda.
Taç atışlarında yeni bir dönem
Özellikle son 10 yılda uzun taç atışlarından iyi sonuç alan birçok takım izledik: Rory Delap’in başını çektiği Stoke City taçları, yıllarca Premier Lig’i etkiledi. Hatta Morten Gamst Pedersen de aynı etkiyi Blackburn’de yapmaya çalıştı. Ama Delap’in, Madhu Mohana’nın, Pedersen’in ya da Giresunlu Anton Alex’in taçlarının stili aynıydı: Penaltı noktası üzerinde korner efekti yaratıyorlardı. Kalecinin önünü kapatarak yüksek top almaya yönelikti hedef. İzlanda’nın taçlarıysa yeni bir stil: Onlar tacı ceza yayı üstüne atıyor, geriden koşarak yüksek momentumla gelen bir oyuncu asist yapmaya çalışıyor, ceza alanı içindekiler de topu kaleye dürtmeye… Gol kafayla değil, uzatılan bir ayakla geliyor genelde. Asist taçtan değil, asist pası taçtan.
2020’lerde daha çeşitli ve yaratıcı taç organizasyonları bekleyebiliriz futboldan…
3’lü savunmanın dönüşü
Euro 2016’nın 8 çeyrek finalistinden üçünün sahaya 3-5-2 (hatta 5-3-2) dizilişiyle çıkmaları önemsiz bir detay değil… Hatta İtalya’nın ilk 4 maçındaki taktik başarısının son Dünya Şampiyonu Almanya’yı etkileyip sistem değiştirtmesi çılgınca. Dünyanın en yetenekli kadrolarından birine sahip Alman Milli Takımı’nın (Kimmich ve Hector’un da sezonun büyük bölümünü savunmada geçirdikleri düşünülürse) İtalya karşısına 5’li savunmayla çıkması, 2020’ler futboluyla ilgili etkileyici bir önizleme: Kompleksler out, yenilikler in. Kendi doğrularına tapmak out, rakibe göre oynamak in. A planına ölesiye inanmak out, birden fazla plana sahip olmak in.
Galler’in beşli savunmayla 10 gol atması ve turnuvanın en skorer ikinci ekibi olması da cabası. 2020’lerde 4-2-3-1’in hükümranlığının zayıflayacağını öngörmek, büyük bir kehanet sayılmaz sanırım.
Pres, tam saha pres, koşulsuz pres
Çeyrek final gören dev ülkeler Almanya, İtalya ve Fransa’nın ortak icra ettikleri bir başka konu da “tam saha pres”ti. İtalya kalecisi Buffon’un aut atışını pasla kullanmaya hazırlanırken bir anda ceza alanı çevresinde 5 Alman oyuncu görmesi, alışılmadık ve etkileyici bir tabloydu gerçekten. İki dakika sonra Neuer’in aynı presle baş etmek zorunda kalması, bir akşam sonra İzlanda kalecisi Haldorsson’un aut atışlarını uzun vurmaya zorlanması da cabası. Artık kimse kimseyi kendi sahasından yürüyerek çıkarmak istemiyor. Euro 2016’da kendi sahasını yürüyerek geçen son takım, Türkiye karşısındaki İspanya’ydı sanırım. Bir daha olmadı öyle bir şey…
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS