GOAL / GÜZEL OYUN / EYLÜL 2008
Ünlü filozof/yazar ve ünsüz kaleci Albert Camus’den 1950’lerde bir spor dergisine futbola dair bir şeyler karalaması istendiğinde yazdığı birkaç cümle bugün bizi futbola bağlayan en değerli şeylerdendir hâlâ: “Ahlâk ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum. Din adamları ve politikacılar, aklımızı karışık ahlâki sistemlerle bulandırmaya çalışır, böylece aslında basit olan şeyler olduğundan daha komplike görünür. İnsanlar, politikacılar ve filozofların sözleri yerine futbolun basit ahlâkına bakmakla daha iyi edebilirler”
Editör arkadaşım Ali (Deniz) benden Dünya Kupası eleme gruplarıyla ilgili yazı istediğinde ilk aklıma gelen şeydi 6 Eylül’deki Ermenistan maçı… Bizim için bu Dünya Kupası kurasında Ermenistan’la eşleşmek, futbolun basit ahlâkının, politikacıların karışık alanına sağlam bir müdahalesi gibi… Önce 2005’te oynadığımız olaylı İsviçre gününün izlerini hiç kırmızı kart görmediğimiz 12 eleme müsabakası ve Basel’deki maçla silme şansı bulduk, şimdi de dostça bir Ermenistan oyunuyla siyasilere ahlâka dair bir-iki şey söyleyecektir sporcularımız…
Zaten Dünya Kupası’nın çok güzel taraflarından biri de bu, hem kıta nezdinde, hem de kıtalar arası 200 ayrı ülkeyle eşleşme ihtimali… Bir önceki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan da altını çizmişti, yeryüzünde bu sayıda ulusu bir araya getirebilen tek şeyin Dünya Kupası olduğunu ve bu organizasyonu kıskandığını…
İkincilik yetmeyebilir
Euro 2008 kurasına ikinci torbadan dahil olmuştuk, birinci torbadan en şanslı kurayı (aslında bir üçüncü torba takımı olan ama son şampiyon olduğu için birinci torbaya giren Yunanistan’ı) çekmiştik ve Avrupa Şampiyonaları elemeleri tarihinde ilk kez ikinci olmak turnuvaya doğrudan bilet almak anlamına geliyordu. Doğrusu elemelerde pek bir sürpriz olmadı, 7 gruba ilk iki torbadan dağılan 14 takımın 13’ü İsviçre/Avusturya vizesini aldı. Bu 14’e dışarıdan dahil olabilen tek ülke İngiltere’nin saf dışı kalmasına neden olan Hırvatistan’dı. Bu kezse milli maç sayısını azaltma amacıyla grup sayısı fazlalaştırıldı, bu sefer 9 gruptan direkt kalifiye olabilmek için ikinciliğin yetmemesi, play-off oynanacak olması, üstelik de FIFA sıralamasındaki stabil olmayan yerimiz nedeniyle bu play-offta seri başı olamama ihtimalimiz gözümüzü korkutmuyor değil…
Üstelik bu kez kurada o kadar da şanslı değildik, birinci torbada dünya şampiyonu İtalya’nın ardından en yüksek katsayıya sahip İspanya’yı çekmiştik, hatta o gün için Avrupa Şampiyonu olacaklarını da bilmiyorduk tabii… Dolayısıyla birincilikten ziyada ikincilik için favori olduğumuz bir gruptayız ve bu açıdan üçüncü torbadan (en düşük katsayıya sahip) Belçika’yı çekmiş olmamız bir şans gibi görünüyor…
Tabii bu noktada bir de fikstür detayına değinmek gerek, Euro 2008 elemelerinde ilk üç cezalı maçımızın ikisini Malta ve Moldova ile oynamamız çok büyük bir şanstı, bu kez de Terim’in öncelikli isteği, İspanya ile oynanacak ilk maçın deplasmanda olması idi… Gerçekten de son 4 turnuvadır şanslı idik, Euro 2008 elemelerinde birinci torba temsilcisi Yunanistan ile ilk maçı deplasmanda oynadık, 2006’da hem birinci kâseden gelen Yunanistan’la, hem de üçten gelen Danimarka ile ikinci maçlarımız içeride idi… 2004 ve 2002 elemelerinde de birinci torba temsilcileri İngiltere ve İsveç’i ikinci maçlarda ağırladık İstanbul’da… Aslında 2010 elemelerinde de istediğimiz oldu, ilk maç İspanya’da… Ama İspanya ile oynanacak iki maçın 4 güne (28 Mart ve 1 Nisan 2009) sıkışması daha önemli bir detay oldu burada… Yani ilk maçın nerede olduğu detayı biraz önemsizleşti, grubun kaderi 4 günde belirlenecek aslında… Umarız ilkbaharda formda olur ay-yıldızlılarımız…
Defansif anlayış yara aldı
Dünya Kupası 2010 elemelerinde bizim grubumuzla birlikte Almanya-Rusyalı 4. grup ve Hırvatistan-İngiltereli altıncı grubun da çok eğlenceli geçmesi muhtemel ama Yunanistan-İsrail-İsviçre’nin başı çektiği 2. grupta bile sıkıcı bir futbol ve az skor beklemiyoruz artık… Zira Euro 2004’te kazandığı sıra dışı zaferle futbolun yönünü bir bilinmeze çeviren Otto Rehhagel bile muhtemelen bugünlerde ofansif futbolla dünyanın hayranlığını kazanan Terim ve Hiddink’in takımlarının kasetlerini izliyor!
1-0’la maç kazanma devri bitti, artık yeni trend futbol oynayıp, ofans yapıp, gol atıp gol yiyip, gerekirse geriden gelip maç kazanmak! Galiba “Kral Otto” öldü, öyleyse yaşasın yeni kral!
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS