Bilal şaşırttı, çıkarken kaptırdığı iki kritik topla pozisyona sebebiyet verdi, biri gol oldu. Selçuk Şahin şaşırttı, içine Xavi kaçmış bir yarım saat oynadı Karabük’te! Hamzaoğlu şaşırttı, oturmuş takımının ayarlarıyla bir bilgisayar oyuncusu gibi oynayarak… Trabzon şaşırttı, rakibin hemen her hızlı hücumunu kartlık faullerle keserek.
Süper Lig’de 18’inci maç gününün sonunda İstanbul hegemonyası değişmedi, 3 büyük İstanbullu 3 puanlık marjla ilk 3’te bitirdiler bu haftayı da. Eğer üç İstanbul büyüğü bu ortalamayla devam ederlerse her üçü de sezonu 74 puanın üstünde bitirecekler ki bu da 3 puanlı/18 takımlı lig tarihinde bir ilk olacak. 18 takımlı/3 puanlı düzene geçilen 94-95 sezonundan beri geçen 20 yılda 3 İstanbul büyüğünün birden 74 puanı geçtiği bir sezon yaşanmadı zira…
Haftanın şaşırtan iyisi
Selçuk Şahin
Bundan birkaç ay önceydi. Fenerbahçe’nin yeni Brezilyalısı Diego, yedek listesinde olduğu bir maçın başında gelip kulübedeki ilk koltuğa yerleşmişti… Arkadaşları önce ona garip garip baktılar, sonra gülümsediler. Diego ne olduğunu anlayamamış ve şaşırmıştı ki, Webo durumu açıkladı yeni arkadaşına: Fenerbahçe yedek kulübesinin en sağındaki ilk koltuğun sahibi yıllardır belliydi. Selçuk Şahin, neredeyse 10 yıldır o kulübenin değişmez ismi olduğu için, ağalık koltuğunu da seçmişti çoktan!
Selçuk da yıllardır o kulübede oturuyor olmaktan memnun değil belki. Taraftarın kendisine bayılmadığını, hatta zaman zaman aşırı tepkiler gösterdiklerini de biliyor. Hatta bu konuda bayağı hırslanmış olmalı ki, özellikle uzun süre aldığı maçlarda kapasitesinin de üstüne çıkmaya çalışıyor. Karabük maçı da böyle bir maçtı. Araya denedi, özellikle ilk yarım saatte her hücuma katıldı. İki gol pozisyonuna girdi, iki uzaktan şut çekti ve bir de gol attı Selçuk. İçine Xavi kaçmış gibiydi adeta Karabük’te. Ve onun bu iş disiplini de sanırım 12 yıldır o sağ koltuğu tutmasının nedeni.
Yedek kulübesindeki koltuğunu benimsemeyen Diego ise, iki haftadır Meireles ve Emre’nin yokluklarında 10 numara pozisyonunda oynadı ve takımın 5 golünün 3’ünün asistini yaparak skora direkt tesir etti. Fenerbahçe’nin Karabük’teki iki golünün hazırlayıcısı Diego ve Caner’in acilen halletmeleri gereken meseleyse şu: Kornerleri her ikisi de ısrarla ön direğe atmaya devam ediyorlar. Ve o kornerler sürekli savunmalar tarafından rahatça karşılanıyor. İsmail Kartal’ın sanırım Fenerbahçe’nin köşe atışlarıyla ilgili daha fazla ön çalışma yaptırması gerek.
Şaşırtan yavaşlama
Furkan Özçal
Furkan’ın son iki sezona yok yere Galatasaray’da başlayıp, devre arasında Karabük’e dönmesi genç oyuncu için şüphesiz zaman kaybı. Zira Galatasaray için bir muamma olan Furkan, Karabük için önemli bir oyuncu. Fenerbahçe karşısında da 10 numara pozisyonunda oynadı ve takımının ataklarını yönlendiren isimdi.
Yalnız Furkan’da dikkat çekici bir fiziksel değişim var: Üst tarafı güçlenmiş. Daha kuvvetli. Ayakları yere daha sağlam basıyor. Ama çabukluğunu biraz kaybetmiş gibi. Brezilyalı futbol otoriteleri, Pato’nun dikey düşüşünde üst tarafını aşırı geliştirip yavaşlamasının da rol oynadığını söylüyorlardı önceki sene. Furkan’ı izlerken Pato geldi aklıma ister istemez.
Haftanın şaşırtan kötüsü
Bilal Kısa
Yine muhteşem bir gol attı. Onun tescilli gollerinden biri. O, golü attıktan sonra kameralar Roberto Carlos’u gösterdi; sol ayak işlerinin efsanesi de takdirle bakıyordu Bilal’e.
Süper Lig’de benim favori oyuncularımdan biri olan Bilal’in şaşırtan performansı ise geriden çıkışlarda idi. Kendine aşırı güvenmesi bazen takımının başına iş açabiliyor. Cuma akşamı iki kez takımı atağa çıkarken ayağından topu fazla tutup kaptırdı, birinde de Muğdat’ın golü geldi zaten.
Şaşırtan fikstür
Mersin İY
Ligin ilk 11 maçında 6 kez kazanan ve zirvelerde dolaşan Mersin, 7 haftadır nagalip… Akıllara birçok şey geliyor tabii. Rıza Çalımbay geçen yıl da Rize ile 5 maçta 12 puanla başlamış, liderliğe yükselmiş, sonra 9 hafta kazanamamış ve kovulmuştu. Ama bence bu kez durum farklı. Çünkü Mersin kötü oynamıyor. Fikstürleri kötü…
Son 7 haftada 4 kez İstanbul takımlarına deplasmanına gittiler: Galatasaray, Fenerbahçe’ye, Başakşehir’e ve Beşiktaş’a. Bilenler bilir, normalde fikstür size böyle bir oyun oynamaz. Çünkü fikstürde 17 takım birbirini takip eder, peş peşe oynayacakları rakipler bellidir. Ama tek bir takımın serbest fikstürü vardır ve o diğer hiçbir takımı takip etmez. Tamamen matematiksel bir sebeple. İspanya’da da böyledir fikstür, Türkiye’de de. Ve bu yıl bu serbest fikstüre sahip takım Mersin İdmanyurdu… Enteresandır, 2012-13’te de serbest fikstür onlara denk gelmişti. Ve sezonun sonunda küme düşmüşlerdi.
Kazanan Beşiktaş’sa son 11 haftada 9 galibiyet alırken, iki mağlubiyeti şampiyonluk yolundaki iki rakipleri Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşıydı. Yani gözüken o ki, büyük maçlar dışında pek sorun yaşamayan, kazanma alışkanlığı olan bir takıma dönüştüler. Özellikle Demba Ba sahadayken özgüven yükseliyor, sırtıyla attığı golden sonra “net yardımıyla sayı alan tenisçi nezaketi” gösteren Senegalli takımını da ileriye çekiyor.
İleriye gitmeyen tek adamsa galiba Oğuzhan… Geçen hafta G.Birliği deplasmanında oynadığı kötü oyundan sonra Biliç’in onu Sarıyer 18’ine almayarak cezalandırdığını düşünmüştüm. Yanılmışım. Mersin maçına da 11’de çıktı. Ve yine Biliç’i 11’de çıktığına pişman eden bir performansla ikinci yarıda yerini Tolgay’a bıraktı. Atiba-Veli-Sosa üçlüsünden biri eksik olduğunda sanırım artık Biliç’in ilk tercihi Oğuzhan değil, Tolgay olacak.
Şaşırtan hoca
Hamza Hamzaoğlu
Bu sütunu göz ucuyla takip edenler farkındadır, Hamzaoğlu 6 maç 16 puanlık süper bir tabela yapmasına rağmen onun mucizevi bir iş başardığını iddia etmedim. Galatasaray’ın yeni Terim’ini bulduğunu filan savunmadım.
Çok temel birkaç meseleyi halletti Hamza Hoca: Mancini ve Prandelli gibi 25 oyuncuyla değil, 12-13 oyuncuyla yol almayı tercih etti. İmzayı atar atmaz kafasındaki 11 ve diziliş belliydi, sakatlık-ceza olmadıkça onu uyguladı ve güvendiği adamlardan iyi verim aldı. Burak’ı birkaç adım geriye çekip hücumdaki ofsayt sorununu çözmesi de önemli bir gelişmeydi tabii.
İlk kez Bursa karşısında Hamza Hoca’da bir Mancinileşme, bir Prandellileşme gözlemlendi. Yanlış anlaşılmasın, özellikle Prandelli’ye çok saygı duyarım. Hatta Kiev’de canlı izlediğim Euro 2012 finalinden sonra onun yeryüzünün en iyisi olduğunu bile iddia etmiştim! Ancak gerek o, gerekse selefi Mancini, takımdaki her oyuncuyu eşit seviyede 11’e hazırlamaya kalkmış, farklı sistemleri oynamayı hayal etmiş ve başarılı olamamışlardı.
Hamzaoğlu’nun onlardan farkı, 11-12 adam ve tek sistemle yürümesiydi. İlk kez Bursa karşısında o da fanteziler denedi. Aslında ideal 11’inden sadece 3 adamı eksikti: Semih, Selçuk, Burak… Semih’in eksikliğinde zaten Chedjou-Hakan’ın beraber oynama alışkanlıkları var. Selçuk’un eksikliğinde de birkaç yıldır o pozisyondaki alternatifi Yekta. Burak’ın yerinde kimi oynatacağı tabii ki Hamzaoğlu’nun tercihi ama sıradaki yerli seçenek Olcan gibi gözüküyordu. Hoca 6 haftadır başarılı olmuş 4-4-2’sini neden bozdu; neden Koray’ı göbekte, Telles’i sol açıkta başlattı, neden maç içinde 5-6 oyuncunun yeriyle oynadı, anlamak güç…
Maça kenarlarda Hakan/Telles, Sabri/Olcan ile başlayıp Yekta/Sinan, Telles/Bruma ile bitirmesi pek alışık olduğumuz bir durum değildi. Hamzaoğlu’nun özelliği ana ayarıyla fazla oynamamasıydı, B planı-C planı arayışına girip A planını kaybetmemesiydi. İlk kez Bursa karşısında ayarı bozuldu Galatasaray’ın. Ve tarihi farktan ucuz kurtuldular doğrusu.
Şaşırtan kartlar
Trabzonspor
Aslında Prandelli-Mancini’nin yöntemi, Halilhodzic ile de Trabzon’da hayat bulmuştu. Vahid Hoca da 22-23 aktif adamla yürümeye kalktı. 2 cephede değişik kadrolar kullanıp, herkesi oynar durumda tutmak istedi. Ama olmadı. Yirmi küsür transfer yapmış bir takımın 3 ayda bu denli oturması, giren adamın çıkan adamı aratmaması güzel bir hayaldi sadece. Öncelikle bir A planı geliştirmek, bir ideal 11 bulmak gerekiyordu. Halilhodzic bunu bulamadan ayrıldı Türkiye’den.
Yanal da ilk ayında aynı hataya düştü ama ikinci devrenin başlangıcıyla beraber bence ihtiyacı fark etti: Trabzonspor, 25 yeni oyuncu almış yepyeni bir grup. Daha takım bile demek zor. Bir ideal 11 bulmak zorunda. Bu ideal 11, birlikte oynama alışkanlığı kazanmak zorunda. Birbirini tanımak, ezberlemek zorunda. O yüzden Sivas maçı kadrosunun, hemen hemen hiç bozulmadan kupada Keçiören, ligde de Erciyes maçlarına çıkması doğru karardı. Böylece birlikte oynama alışkanlığını geliştiriyor Trabzonspor…
Ersun Hoca takıma, takım Yanal’a alıştıkça sahaya karakteristik de yansıyor: Erciyes maçında Trabzonlu tam 6 oyuncu sarı kart gördü. Dördü, rakip hücuma çıkarken yapılan faullerdi. Sanırım Trabzonspor’da bu tarz faulleri ve bu tarz kartları daha çok göreceğiz artık.
Şaşırtan disiplinsizlik
Gençlerbirliği
Gençlerbirliği’nin bu ülke futbolundaki varlık nedeni naifliğidir. Sakinliğidir. Kadro istikrarı ve gençlere şans vermesidir. Tüketen değil üreten bir yapı olmasıdır. Tribünün ve takımın edebidir.
Doğrusu bu hafta Gençlerbirliği’ne yakışmayan şeyler yaşandı Rize karşısında. Gosso’nun kırmızı kart hak eden bir faulü sarıyla kurtarmasına rağmen hakemi hırpalayıp ısrarla kırmızı istemesi kesinlikle cezasız kalmamalı. Ama ondan daha kötüsü, gençlerin yaptıkları: Uğur Çiftçi’nin ilk sarısı arkadan tekme, ikincisi surata tokat kaynaklı. 1995’li Berat da çift dalarak gördü kırmızıyı. Doğrusu Gençlerbirliği, ahlaki değerlerinden saparsa bu sezon işi çok zor olabilir. Bu üç kırmızı kart layıkıyla cezalandırılmazsa, bir kırılma yaşayabilir AlKaralar. O yüzden dileğim, Rize karşısında yaşananların istisnai bir gün olarak kalması. Düzeni bozanların cezalandırılması.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS