Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’nın her yerinde derbi vardı bu hafta. Kuzey Londra derbisinde Kabil’in öldürücü vuruşlarını izledik; Merseyside derbisinde ise haftanın en komik sahnesi, Joe Allen-Lukaku eşleşmesi yaşandı. Madrid derbisinde hakem Borbolan’dan, Türkiye derbisinde de Webo’dan çıkarılacak dersler vardı bu hafta.
Haftanın erkencisi
Harry Kane
Bir İngiliz parodi sosyal medya hesabında şöyle diyordu Cumartesi akşamı: “Kabil’in böyle bir cinayetini en son iki bin yıl önce görmüştük”… Kastedilen şu: Bizim Habil ve Kabil olarak bildiğimiz Hz. Adem’in çocukları, İncil’de “Cain ve Abel” olarak geçiyorlar. Yani İncil’e göre Abel’i Cain öldürmüş. Tottenham’ın genç santrforu Kane’in soyismi de Cain’i (Kabil’i) andırınca, böyle bir espri çıkmış ortaya…
1993 doğumlu genç Harry Kane’in, Tottenham-Arsenal derbisine bu kadar erken, bu kadar genç yaşta damga vurması inanılmaz. 3 net pozisyonu var, hepsi de geniş repertuarından farklı vuruşlar: 5’inci dakikada sağ ayak içiyle 20 metreden direk dibine harika şutunu Ospina çıkardı. 56’da kornerde arka direkte bitti. 86’da havada asılı kalıp harika bir kafa golü attı. Bu yıl tüm cephelerde 22 gol attı ve bu sayı bütün Premier Lig oyuncularının üzerinde. Üstelik sezon başında Beşiktaş karşısına çıkan yedek Tottenham ekibinin 10 numarasıydı Kane… Yani Mauricio Pochettino’nun bu sezon planlarında yoktu, olsa bile onu oyun kurucu gibi düşünüyorlardı.
Bugünse bence İngiltere’nin en iyi santrforu. Ve Euro 2016’nın da yıldızlarından biri olacak bana göre.
Haftanın gecikeni
Pierre Webo
Kuzey Londra derbisinde şutlarda 23’e 5 üstünlük kuran Tottenham, galibiyeti son dakikalarda kotarmayı başardı. Trabzon’a karşı şutlarda 29’a 5 üstünlük kuran Fenerbahçe’yse 1 puanla yetindi Kadıköy’de.
Süper Lig’de haftanın derbisinden gol çıkmadı. Şimdi bu maça derbi diyince gençler itiraz ediyor, ama dünyada bütün derbilerin aynı kent takımları arasında olmadığını, küçük bir araştırmayla bulabilirler. Nasıl bir “İtalya derbisi” varsa, “Türkiye derbisi” de olabilir pekala.
Türkiye Derbisi’nde oyunda üstün tarafın hocası İsmail Kartal bence genel olarak iyi bir notla çıktı sahadan: Karabük maçı 11’ini bozmaması doğruydu. Selçuk-Topal ikilisinin bile ikişer gol pozisyonuna girmesi haklılığını ispatlıyor. Kartal’ın genelde haklı olan seçimlerineyse tek bir itirazım var: 29 şuttan tek bir gol çıkaramadığı derbide pekâlâ Webo’yu daha erken sahaya sürebilirdi. Kamerunlu golcü bir efsane sayıldığı milli takımını bırakmış, Fenerbahçe’ye yardım etmek için Türkiye’de. Her daim hazır ve moralli, Bayburt’a karşı da 3 gol kaydetmiş. Bu kadar gol kaçan bir maçta Webo’nun 83’te girmesi akıl almaz. Sanki İsmail Kartal’ın kolunda bir Webo saati var ve onu 80’de uyarıyor! O da son 5-6 dakika otomatik olarak alıyor oyuna Kamerunlu’yu. Oysa Trabzon’un kaleye gidemediği, Fenerbahçe’nin 29 şut çektiği bir akşamda Webo saati daha erken bir dakikayı göstermeliydi.
Haftanın uyarısı
David Borbolan
Aynen Kuzey Londra’da ve Kadıköy’de olduğu gibi Vicente Calderon’da da tek taraflı bir derbi oynandı. Atletico, top göstermediği Real’i 4-0’la sürklase ederken Saul ve Arda, maçın ön plana çıkan performanslarını ortaya koydular.
Maçın hakemi David Borbolan müsabaka bu derece tek taraflı olunca çok fazla konuşulmadı, ama 22’nci dakikada Benzema’nın elle oynadığı pozisyonda Simeone’ye yaptığı uyarı, bence Türk futbolu için güzel bir ders içeriyordu.
Tamam, belki Benzema elle oynadı. Tamam, belki Borbolan kaçırdı. Ama Simeone’nin hadiseyi bu kadar büyütüp tribünleri de hareketlendirmesi kabul edilemezdi. Borbolan oyunu durdurdu, Simeone’nin yanına geldi ve hadiseyi anlatıp uyardı ve yardım istedi Arjantinli teknik adamdan.
Süper Lig’de ise birkaç yıldır orta hakemlerin teknik direktörlerle bire bir temas kurması yasak. MHK önermiyor çünkü. Dördüncü hakemler vasıtasıyla iletişim kurmalarını salık veriyorlar. Ve bence bu iletişimsizlik, sahaya çok negatif bir elektrik olarak yansıyor.
Oysa müsabakanın esas aktörlerinin, yani futbolcuların, orta hakemin ve iki teknik adamın diyalog kurmaya ihtiyacı var. Aracı vasıtasıyla talimat vermeye/almaya değil.
Haftanın trendi
4-4-2
Bütün dünya tek santrforlu sistemlere dönedursun, Diego Simeone ısrarla çift santrfor oynatmaya, üstelik başarılı da olmaya devam ediyor. Geçen yıl Raul Garcia-Diego Costa ile gelen şampiyonluğu, bu yıl da Griezmann-Mandzukic’le zorluyor Simeone. Üstelik kulübede de hâlâ Raul Garcia-Fernando Torres beklerken.
Carlo Ancelotti de son aylarda 4-4-2’ye döndü ve sık sık Ronaldo’yu Benzema ile birlikte ileri ikilide kullanıyor. Gerçi Atletico maçını tek bir şutla tamamlayacak kadar çaresiz kaldıkları için taktikleri de pek anlaşılamadı; ama James Rodriguez de sahada olmadığı halde yine 4-4-2 oynadılar. Muhtemelen Simeone ve Ancelotti’nin bu seçimleri dünya çapında birçok antrenörü de etkileyecek. Ve görünen o ki önümüzdeki aylarda uluslararası futbol otoriteleri bol bol global olarak 4-4-2’ye dönüşü konuşacaklar.
Haftanın golü
Saul Niguez
Madrid derbisine kulübede başladı, 8’inci dakikada Koke’nin sakatlanmasıyla belki de hayatının şansını buldu Vicente Calderon’da. Mandzukic’e harika bir asist yaptı ama esas gösteri, attığı muhteşem sol röveşata golündeydi Saul’un.
Aynı saatlerde Aston Villa’ya olağanüstü soğukkanlı bir sol vole golü atan Ivanovic’i gölgede bıraktı bu golle Saul.
Haftanın vedası
Steven Gerrard
Merseyside derbisi, beklenenden çok uzak geçti doğrusu. İlk yarım saat saman alevi gibi parlayan oyun, sonraki bir saat o kıvılcımı bile gösteremedi. 10 gün sonra Beşiktaş’la karşılaşacak Liverpool, Everton’la 0-0 berabere kalarak Premier Lig’deki yenilmezlik serisini 8 maça çıkarırken üçlü savunma ile yine çok fazla pozisyon vermedi. Türk asıllı Emre Can, savunma üçlüsünde yine başarılıydı.
Maçın en güzel karesi, 1995’li Jordan Ibe’ın direkten dönen şutuydu. Cılız maçın en etkili işleriniyse 33’üncü ve son Merseyside derbisini oynayan Steven Gerrard yaptı. Önümüzdeki sezon Los Angeles’ın yolunu tutacak Merseyside efsanesi, 54’üncü dakikada derbiye efsane bir röveşata golüyle veda etmeye çok yaklaştı. Bir frikiği de doksandan çıktı Gerrard’ın.
Maçı izleyen KOP sakinleri ise muhtemelen menajerlerinin bu adamla neden kontrat uzatmadığını anlayamıyorlardı hâlâ.
Haftanın farkı
23 santim
Eğlencelik bir detay: Everton-Liverpool maçının 15’inci dakikasında sakatlanan Lucas’ın yerine Joe Allen dahil oldu oyuna. Ve oyuna girişinin hemen ardından Everton bir köşe atışı kazandı. Kornerlerde Lucas’ın adamı Lukaku’ydu, doğal olarak artık Lukaku’yu tutması gereken adam Allen olacaktı. Ama ufak bir sorun vardı: Lukaku’nun boyu 1,91’ken, Allen’ınki 1,68’di!
Korner öncesi gerçekten komik anlar yaşandı: Liverpool’a karşı oynadığı son 5 maçta 4 gol atan Lukaku son derece soğukkanlı biçimde ceza alanında topu beklerken, 23 santim aşağıdaki Joe Allen onu itmeye çalışıyor ama itemiyordu bile!
Neyse ki korner penaltı noktası üstüne kullanıldı, Lukaku uzak kaldı ve Liverpool yılın en komik golünü yemekten kılpayı kurtuldu belki de.
Haftanın hayal kırıklığı
Şenol Güneş
Bu yıl yazdıklarımızı-konuştuklarımızı takip edenler Bursaspor’un oyunuyla ilgili sempatimizi yakalamışlardır; zaten geçen hafta Galatasaray’a karşı da gösterdi Bursa potansiyelini. Eğer ligin başındaki o basit puan kayıpları olmasa bence şampiyonluk yarışında olmalılardı şu anda.
Bu hafta da Gençlerbirliği’ni yendiler ama belli ki geçen haftaki övgülerden biraz etkilenmişlerdi. Ozan Tufan’ın Stancu’nun golü öncesi topu İrfan Can’a kaybedip takip etmemesi başka bir duyguyla açıklanamaz herhalde.
Galip gelmelerine rağmen bir ufak hayal kırıklığım da Şenol Güneş’le ilgili. Güneş, Civelli’nin yokluğunda stoperde Şamil-Serdar ikilisine şans verdi ve Şamil’li savunma özellikle araya atılan toplarda yine açık verdi. Oysa bu filmi biz daha önce görmüştük! Geçen Nisan’da Bursa yine G.Birliği ile oynarken savunma İbrahim-Şamil ikilisine dönmüş, Şamil yine o pozisyonun adamı olmadığını göstermişti.
O günden bugüne İbrahim Öztürk’ü ve Ethem Pülgir’i gönderen Şenol Güneş’in bir stoperi sakatlandığında hâlâ oraya Şamil’i kaydırma düşüncesi olması, bana biraz öngörüsüzlük gibi geldi doğrusu.
Haftanın kulübesi
Necip-Atiba-Tolgay
Rize’de fiziksel savaş öyle üst düzeydeydi ki Rize-Beşiktaş maçının üç gün üç gece golsüz sürmemesi için ya bir sihir, ya büyük bir bireysel hata, ya da bir ihanet gerekiyordu. Üçü üç dakika içinde oldu! 60’la 63 arasında Sosa’nın sihriyle durum 1-0, Tolga Zengin’in büyük hatasıyla 1-1 oldu. Arada Kıvanç’ın ihanet gibi kırmızısı geldi. 1’inci dakikada arkadan çift dalarak maça sarı kartla başlayan Kıvanç, 60’ta kaptırdığı topla gol gelince hakemle ağız dalaşına girip ihanet gibi bir kırmızı gördü.
Beşiktaş hak ederek kazandı, yalnız maçın neticesinin dışında benim dikkatimi çeken, yine Biliç’in değişiklikleriydi… Rakip 9 kişi kalmış ama oyuna 2 ön libero (Atiba, Tolgay) bir de kenar hücumcusunu (Kerim’i) sokabiliyor ancak. Çünkü maç öncesinde kulübeyi ön liberolarla doldurmuş, büyük bir takım olarak gole (dolayısıyla forvete) ihtiyaç duyacaklarını öngörememiş.
Şimdi birisinin durup bana açıklaması lazım: Aynı anda Necip, Atiba ve Tolgay’ın üçünün birden kulübede olmasının esprisi nedir? Stoper deseniz, Atınç var kulübede. Sağ bek için Necip de Atiba da alternatifler. Orta saha için 3 adam zaten fazla. Yani Necip bu kulübede olmasa, yerine Pektemek olsa ne kaybederdi Biliç?
Ayrıca rakip 9 kişi kalmışken oyundan gol atma şansı olan Olcay’la Oğuzhan’ın çıkması da tartışılabilir. 9 kişi kalmış bir rakibe karşı oyundan bir stoper ya da bir bek çıkarılamaz mı? Hücumcu sayısı artırılamaz mı? O da ayrı bir soru işareti bence.
Facebook
Twitter
Pinterest
Instagram
YouTube
RSS